20 Ocak 1975 tarihinde İstanbul’da doğdu. İlk, orta ve lise ögrenimini Yeşilköy, İstanbul’da tamamladı. Kıbrıs Girne Amerikan Üniversitesi'nde İşletme okudu. Medya sektöründe, dergi ve kitap çevirmenliği, ekonomi muhabirliği yaptı; sonrasında bankacılık, tekstil gibi çeşitli işlerde çalıştı. Yazma serüveni, günlük, öykü gibi ara adımlar olmadan doğrudan roman yazmakla başladı. Ancak hayal kurma serüveni, bilincinin açıldığı ilk andan beri sürüyor.
Orkun Uçar ile yazdıkları Metal Fırtına ve daha sonra tek başına yazdığı Üçüncü Dünya Savaşı adında ki romanları Türkiye'de en çok satan kitaplar arasında yeraldı. Uzun süre Türkiye'nin gündeminden düşmedi.
Eserleri
Metal Fırtına (2004)
Metal Fırtına 2 - Kurtuluş (2005)
Üçüncü Dünya Savaşı (2005)
SistemA: Geleceğin Düşüncesi (2005)
Nükleer Darbe (2007)
Metal Fırtına 3 - Karşı Saldırı (2007)
Bigeran (2007)Hiper-Kurgu Roman
1 Nisan 2018 Pazar
18 Mart 2018 Pazar
Ahmed Cevdet Paşa
Ahmet Cevdet Paşa, 27 Mart 1822’de Lofça’da dünyaya gelmiş ve 26 Mayıs 1895 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Lofça doğumlu olmasından ötürü kendisine Lofçalı Ahmet Cevdet Paşa da denmiştir. Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda yetişmiş devlet ve bilim adamı olmakla beraber aynı zamanda tarihçi, şair ve hukukçudur. Osmanlı Devleti’ne büyük katkılar sağlamakla kalmamış; hem İslam âlemine hem de Türk dünyasına faydalı sayısız eser bırakmıştır.
Kendisinin doğduğu yer günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde yer almaktadır. Asıl ismi Ahmet iken Cevdet mahlasını ona Süleyman Fehim vermiştir. Eğitim sürecinin ilk yılları Lofça’da olmuştur. Ardından eğitimine devam etmek için 1839 yılında İstanbul’a gelmiş ve Fatih Camii’nde medreseye başlamıştır. O zamanların meşhur tekkesi Murad Molla tekkesinde de eğitim almıştır.
22 yaşına geldiğinde Rumeli’de kadı olarak memurluğa başladı. Ancak bu iş sadece rütbe olarak kalmış olduğundan İstanbul’dan ayrılması gerekmedi. 1845 yılında müderris oldu ve camilerde ders verdi. Bu süreçte iken devlet adamlığındaki yıldızı da parlamaya başladı. Yeni kanunların hazırlanması aşamalarında büyük yardımları dokundu.
1850 yılında Dar-ül Muallimin müdürlüğüne başladı ve kısa sürede mektebi ıslah etti. Kendisi, bilimsel olan her konunun Türkçe ile yazılabilmesinin mümkün olduğuna inandı ve çeşitli eserleri sadeleştirdi. Bilimin Osmanlı’da yayılmasıyla beraber Fransız Bilimler Akademisi sistemiyle çalışacak bir akademi kurulması fikrini savundu ve padişahın da uygun görmesiyle 1851’de Encümen-i Danis kuruldu. 1855 yılında devletin resmi tarihçisi olarak göreve başladı ve 10 yıl boyunca görevini sürdürdü.
Ahmet Cevdet, 1856 yılında evlenmiş ve bu evliliğinden 3 çocuk dünyaya gelmiştir. Çocuklarından Fatma Aliye Hanım ilk Türk kadın romancı olarak, Oğlu Sedat Bey ise kaleme aldığı mantık kitapları ile tanınmışlardır. Diğer kızı Emine ise, İttihat ve Terraki Cemiyeti’nde görev almış; siyasete öncülük etmiştir.
Hukuk konusuyla da yakından ilgili olan Paşa, çeşitli görevlerde bulunmuştur. Paşa olduğu sıralarda da hukuk, bilim, tarih alanında çok faydalı işler yapmıştır. 1881 yılında Abdülaziz’in ölümünde sorumlu olanları yargılamak için Yıldız Mahkemesi’nde adliye nazırı olarak görev yapmıştır. 1882 yılında adliyeden ayrılan Paşa, 3 yıl kadar devlet adamlığından uzak kalmayı tercih etmiş ardından tekrar adliye nazırı olmuştur. Ancak görevinde 4 yıl devam ettikten sonra çalışma hayatına son vermeye karar vermiş; hayatının geri kalanını ailesine ve çalışmalarına ayırmak istemiştir. Ahmet Cevdet Paşa, 1895 yılında Bebek’te bulunan yalısında vefat etmiş ve naaşı Fatih Camii bahçesine defnedilmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa’nın Eserleri
Osmanlı Devleti’nin 1774-1825 yılları arasındaki tarihini anlattığı, 12 ciltlik eseri, Tarih-i Cevdet
Hz. Âdem’den başlayarak birçok peygambere, halifelere ve padişahlara yer verdiği, en çok bilinen eseri, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Ahlaki ve siyasi cepheyi anlattığı eseri, Tezakir-i Cevdet
1839-1876 yılları arasındaki hadiseleri belirttiği ve Abdülhamid’e sunduğu eseri, Ma’ruzat
Gençlik dönemindeki şiirlerini topladığı eseri, Divançe-i Cevdet
İlk gramer kitabı kabul edilen ve Fuad Paşa ile beraber yazdığı eseri, Kavaid-i Osmaniyye
Mecelle, Belagat-ı Osmaniyye, Kavaid-i Türkiye, Adab-ı Sedat fi-ilm-il Adab, Hilye-i Seadet diğer eserlerinden bazılarıdır.
Kendisinin doğduğu yer günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde yer almaktadır. Asıl ismi Ahmet iken Cevdet mahlasını ona Süleyman Fehim vermiştir. Eğitim sürecinin ilk yılları Lofça’da olmuştur. Ardından eğitimine devam etmek için 1839 yılında İstanbul’a gelmiş ve Fatih Camii’nde medreseye başlamıştır. O zamanların meşhur tekkesi Murad Molla tekkesinde de eğitim almıştır.
22 yaşına geldiğinde Rumeli’de kadı olarak memurluğa başladı. Ancak bu iş sadece rütbe olarak kalmış olduğundan İstanbul’dan ayrılması gerekmedi. 1845 yılında müderris oldu ve camilerde ders verdi. Bu süreçte iken devlet adamlığındaki yıldızı da parlamaya başladı. Yeni kanunların hazırlanması aşamalarında büyük yardımları dokundu.
1850 yılında Dar-ül Muallimin müdürlüğüne başladı ve kısa sürede mektebi ıslah etti. Kendisi, bilimsel olan her konunun Türkçe ile yazılabilmesinin mümkün olduğuna inandı ve çeşitli eserleri sadeleştirdi. Bilimin Osmanlı’da yayılmasıyla beraber Fransız Bilimler Akademisi sistemiyle çalışacak bir akademi kurulması fikrini savundu ve padişahın da uygun görmesiyle 1851’de Encümen-i Danis kuruldu. 1855 yılında devletin resmi tarihçisi olarak göreve başladı ve 10 yıl boyunca görevini sürdürdü.
Ahmet Cevdet, 1856 yılında evlenmiş ve bu evliliğinden 3 çocuk dünyaya gelmiştir. Çocuklarından Fatma Aliye Hanım ilk Türk kadın romancı olarak, Oğlu Sedat Bey ise kaleme aldığı mantık kitapları ile tanınmışlardır. Diğer kızı Emine ise, İttihat ve Terraki Cemiyeti’nde görev almış; siyasete öncülük etmiştir.
Hukuk konusuyla da yakından ilgili olan Paşa, çeşitli görevlerde bulunmuştur. Paşa olduğu sıralarda da hukuk, bilim, tarih alanında çok faydalı işler yapmıştır. 1881 yılında Abdülaziz’in ölümünde sorumlu olanları yargılamak için Yıldız Mahkemesi’nde adliye nazırı olarak görev yapmıştır. 1882 yılında adliyeden ayrılan Paşa, 3 yıl kadar devlet adamlığından uzak kalmayı tercih etmiş ardından tekrar adliye nazırı olmuştur. Ancak görevinde 4 yıl devam ettikten sonra çalışma hayatına son vermeye karar vermiş; hayatının geri kalanını ailesine ve çalışmalarına ayırmak istemiştir. Ahmet Cevdet Paşa, 1895 yılında Bebek’te bulunan yalısında vefat etmiş ve naaşı Fatih Camii bahçesine defnedilmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa’nın Eserleri
Osmanlı Devleti’nin 1774-1825 yılları arasındaki tarihini anlattığı, 12 ciltlik eseri, Tarih-i Cevdet
Hz. Âdem’den başlayarak birçok peygambere, halifelere ve padişahlara yer verdiği, en çok bilinen eseri, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
Ahlaki ve siyasi cepheyi anlattığı eseri, Tezakir-i Cevdet
1839-1876 yılları arasındaki hadiseleri belirttiği ve Abdülhamid’e sunduğu eseri, Ma’ruzat
Gençlik dönemindeki şiirlerini topladığı eseri, Divançe-i Cevdet
İlk gramer kitabı kabul edilen ve Fuad Paşa ile beraber yazdığı eseri, Kavaid-i Osmaniyye
Mecelle, Belagat-ı Osmaniyye, Kavaid-i Türkiye, Adab-ı Sedat fi-ilm-il Adab, Hilye-i Seadet diğer eserlerinden bazılarıdır.
Erhan Afyoncu
1967’de Tokat’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. 1984’de başladığı Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Bölümü Tarih Öğretmenliği Anabilim Dalı’ndan 1988’de mezun oldu. 1989’da Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Bölümü’ne Araştırma görevlisi olarak atandı.
Yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Necati Efendi Tarih-i Kırım (Rusya Sefaretnamesi) isimli tez ile 1990’da tamamladı. 1997’de Osmanlı Devlet Teşkilatında Defterhâne-i Âmire (XVI-XVIII. Yüzyıllar) isimli tez ile doktorasını bitirdi. 2000 yılında yardımcı doçent oldu. 2001 Mayıs’ında Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne geçti. 2008’de doçent oldu.
Halen Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Erhan Afyoncu’nun “Sorularla Osmanlı İmparatorluğu”, “Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi”, “Osmanlı’nın Hayaleti”, “Truva’nın İntikamı”, “Ottoman Empire Unveiled” ve “Das Osmanische Reich: Unverhüllt” isimli kitapları ile Osmanlı bürokrasisi, aşiretler ve Osmanlı tarihçileri üzerine çok sayıda akademik makalesi vardır.
Kitapları :
– Das Osmanische Reich: Unverhüllt
– Kıbrıs Meselesi – Ali Ahmetbeyoğlu, Erhan Afyoncu.
– Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar
– Osmanlı’nın Hayaleti
– Ottoman Empire Unveiled
– Sorularla Osmanlı İmparatorluğu
– Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, 6 Cilt
– Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi
– Diaspora’da Ermeni Kimliği Paris ve Halep Örnekleri – Hüseyin Çakıllıkoyak; Editör: Erhan Afyoncu.
– Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar
– Fatih ve Fetih Albümü, Tatav Yayınları.
– Tanzimat Öncesi Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi
– XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Danişmendli Türkmenleri – Tufan Gündüz; Editör: Erhan Afyoncu.
– Özü’den Tuna’ya Kazaklar – 1 – Yücel Öztürk; Editör: Erhan Afyoncu.
2010 – Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve Darbeler, Erhan Afyoncu-Uğur Demir-Ahmet Önal
2009 – Truvanın İntikamı
2010 – Yavuz’un Küpesi
2011 – Muhteşem Süleyman
2011 – Fransa’ya Osmanlı Tokadı
2012 – Kanuni ve Şehzade Mustafa
2012 – Venedik Elçilerinin Raporlarına Göre Kanuni ve Pargalı İbrahim Paşa
2013 – Sahte Mesih (Osmanlı Belgeleri Işığında Dönmeliğin Kurucusu Sabatay Sevi ve Yahudiler
2013 – İstanbul’un Kapısı Sultanbeyli Tarihi, (Vahdettin Engin, İlber Ortaylı ve Mehmet Mazak ile birlikte)
2014 – Peçesi Düşen Osmanlı :Çince
2014 – Son Dünya Düzeni
2015 – Süleyman Şah Türbesi
2015 – Muhteşem Valide: Kösem Sultan
2015 – Turhan Sultan(Uğur Demir ile birlikte)
2015 – Baltacı ve Katerina
Yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Necati Efendi Tarih-i Kırım (Rusya Sefaretnamesi) isimli tez ile 1990’da tamamladı. 1997’de Osmanlı Devlet Teşkilatında Defterhâne-i Âmire (XVI-XVIII. Yüzyıllar) isimli tez ile doktorasını bitirdi. 2000 yılında yardımcı doçent oldu. 2001 Mayıs’ında Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne geçti. 2008’de doçent oldu.
Halen Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Erhan Afyoncu’nun “Sorularla Osmanlı İmparatorluğu”, “Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi”, “Osmanlı’nın Hayaleti”, “Truva’nın İntikamı”, “Ottoman Empire Unveiled” ve “Das Osmanische Reich: Unverhüllt” isimli kitapları ile Osmanlı bürokrasisi, aşiretler ve Osmanlı tarihçileri üzerine çok sayıda akademik makalesi vardır.
Kitapları :
– Das Osmanische Reich: Unverhüllt
– Kıbrıs Meselesi – Ali Ahmetbeyoğlu, Erhan Afyoncu.
– Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar
– Osmanlı’nın Hayaleti
– Ottoman Empire Unveiled
– Sorularla Osmanlı İmparatorluğu
– Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, 6 Cilt
– Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi
– Diaspora’da Ermeni Kimliği Paris ve Halep Örnekleri – Hüseyin Çakıllıkoyak; Editör: Erhan Afyoncu.
– Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar
– Fatih ve Fetih Albümü, Tatav Yayınları.
– Tanzimat Öncesi Osmanlı Tarihi Araştırma Rehberi
– XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Danişmendli Türkmenleri – Tufan Gündüz; Editör: Erhan Afyoncu.
– Özü’den Tuna’ya Kazaklar – 1 – Yücel Öztürk; Editör: Erhan Afyoncu.
2010 – Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve Darbeler, Erhan Afyoncu-Uğur Demir-Ahmet Önal
2009 – Truvanın İntikamı
2010 – Yavuz’un Küpesi
2011 – Muhteşem Süleyman
2011 – Fransa’ya Osmanlı Tokadı
2012 – Kanuni ve Şehzade Mustafa
2012 – Venedik Elçilerinin Raporlarına Göre Kanuni ve Pargalı İbrahim Paşa
2013 – Sahte Mesih (Osmanlı Belgeleri Işığında Dönmeliğin Kurucusu Sabatay Sevi ve Yahudiler
2013 – İstanbul’un Kapısı Sultanbeyli Tarihi, (Vahdettin Engin, İlber Ortaylı ve Mehmet Mazak ile birlikte)
2014 – Peçesi Düşen Osmanlı :Çince
2014 – Son Dünya Düzeni
2015 – Süleyman Şah Türbesi
2015 – Muhteşem Valide: Kösem Sultan
2015 – Turhan Sultan(Uğur Demir ile birlikte)
2015 – Baltacı ve Katerina
Knut Hamsun
1859 doğumlu Norveçli yazar Knut Hamsun, düzenli öğrenim göremedi. İki kez ABD’ye giderek daha uygun fırsatlar aradı, kendini yetiştirdi. İlk romanı Açlık (Sult) ile 1890 geniş ilgi gördü. 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Bilinç akışı ve iç monologlar gibi psikolojik tekniklerin öncüsü olan yazarın, Thomas Mann, Stefan Zweig, Hermann Hesse gibi yazarlara ilham verdiği düşünülüyor.
Modern edebiyatın babası olarak da nitelendirilen Hamsun’un siyasi görüşleri, bugün Hamsun’un adının neden daha sık duyulmadığının sebebi belki de. Hamsun, aşırı sağ görüşleriyle zamanında Hitler‘i destekleyenler arasında yer almış, hatta kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü ünlü Nazi Propaganda bakanı Joseph Goebbels’e hediye etmiştir. Bu vesile ile de Hitler ile görüşme şansını yakalamıştır.
Hamsun’un en etkili romanlarını gençken yazdığı düşünülüyor. Bunlar arasında “Victoria”, “Pan”, “Govebe” ve elbette “Açlık” sayılıyor.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: “Markens Grøde” (Dünya Nimeti, Toprağın Bereketi veya Toprak Yeşerince) adlı muazzam çalışması nedeniyle.
Modern edebiyatın babası olarak da nitelendirilen Hamsun’un siyasi görüşleri, bugün Hamsun’un adının neden daha sık duyulmadığının sebebi belki de. Hamsun, aşırı sağ görüşleriyle zamanında Hitler‘i destekleyenler arasında yer almış, hatta kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü ünlü Nazi Propaganda bakanı Joseph Goebbels’e hediye etmiştir. Bu vesile ile de Hitler ile görüşme şansını yakalamıştır.
Hamsun’un en etkili romanlarını gençken yazdığı düşünülüyor. Bunlar arasında “Victoria”, “Pan”, “Govebe” ve elbette “Açlık” sayılıyor.
Hangi gerekçeyle Nobel aldı?: “Markens Grøde” (Dünya Nimeti, Toprağın Bereketi veya Toprak Yeşerince) adlı muazzam çalışması nedeniyle.
Ahmed Refik Altınay
AHMED REFİK ALTINAY
HAYATI, ESERLERİ (1881-1937)
Üstad Ahmed Refik 1881 yılında Beşiktaş’ta doğmuştur. Babası Üsküplü Ahmed Ağa’dır. İlk tahsilini Beşiktaş’ta Askerî Rüştiyesi’nde yapmış, sonra Kuleli Askerî İdadisi’nde okuyarak burada da orta tahsilini muvaffakiyetle bitirmiştir. Ahmed Refik buradan Harbiye’ye geçerek 1898’de piyade birinciliği ile ve yüzbaşılıkla çıkmıştır.
Ahmed Refik daha mektep sıralarında iken tarihe karşı çok merak ve düşkünlük göstermiş ve mektebi bitirdikten sonra da askerî mekteplerde ve Harbiye Mektebi’nde muallimlik vazifesi almıştır. Balkan Harbi’nden sonra da Harbiye’de Almanca okutmuş, fakat bir müddet sonra gözlerindeki zaaf dolayısıyla emekli edilmiştir.
Üstad Ahmed Refik bu tarihten sonra tarih inceleme ve yayınıyla daha fazla meşgul olmuş, birçok eserler vücuda getirmiştir. 1918’de kapatılan Darülfünun’a tarih öğretmeni olarak giren merhum, bir müddet sonra da müderris olmuş, bu arada tarihi Osmanî Encümeni ve Tarihî Vesikaları Tasnif Komisyonu azalıkları gibi ilmi vazifeler yapmıştır. Bu sırada Demirbaş Şarl adıyla yazdığı bir eserden dolayı 1918’de İsveç Hükümeti kendisine birinci rütbeden Vazda Nişanı’nı vermiş, ayrıca 10 bin Frank hediye edilmiştir
Üstad Ahmed Refik hayatının son günlerine kadar devam eden bir matbuat emektarlığı da yapmıştır. Tercümanı Hakikat ve İkdam gazetelerinde birçok tarihî makaleler neşretmiş, Tarih Encümeni mecmuasıyla Yeni Mecmua’da da, ilmî yazılar yazmıştır. Ahmed Refik Evrak Hazinesinde ilk olarak derin tetkikler yapmış, Türk tarihini aydınlatan pek çok mühim vesikalar bulmuş, bunları da neşretmiştir.
Üstadın matbuat hayatı çok zengin ve geniştir. Son günlerine kadar bugünkü gazete ve mecmualar- dan bir çoğuna tarihî makaleler ve tefrikalar yazıyor- du.
Ahmed Refik’in subay iken askeri tarihe ve askerlik vazifelerine dair yazdığı ve yayınladığı eserler 20’den fazladır.
Umumi tarihe ve Türk tarihine ait yazıp neşrettiği kitap ve risaleler de 32’yi bulmaktadır. Bunlar arasında altı ciltlik Büyük Tarihi Umumi, 3 ciltlik Tarihi Medeniyet gibi çok yüklü eserler de vardır. Bu arada Osmanlı tarihinin muhtelif simaları ve değerli tetkikleri ihtiva eden monografileri ve tedrisat kitapları bulunmaktadır.
Tarihî similar, Kabakçı Mustafa, Kadınlar Salta- natı, Lale Devri, Köprülüler, Felaket Seneleri, Tesa- viri Rical üstadın eserlerinin en fazla beğenilenlerin- dendir.
Üstad Almanca ve Fransızcayı çok iyi bilir ve aruz vezniyle çok güzel şiirler ve şarkılar vücuda getirir- di. Şarkı olarak yazdığı manzumelerden birçokları da bestelenmiş ve çok beğenilmiştir.
Alper Canıgüz
Alper Canıgüz (d. 1969, İstanbul), Türk yazar. Darüşşafaka Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi psikoloji bölümünü bitirdi. Jules Verne, Michel Zevaco, Dostoyevski, Italo Calvino, Vladimir Nabokov ve John Fowles`tan etkilenmiştir.
Aliyar Dengiz
1959 yılında doğdu. Galatasaray Lisesi’ni 1978’de bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi’nde, Pakistan Karaçi Üniversitesi Dow Medical College’de okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu.
Üniversite öğrencisiyken 1982 yılında “Hürriyet” gazetesinde gazeteciliğe başladı. “Günaydın” gazetesi ve Sabah Dergi Grubu’nda çeşitli görevler üstlendikten sonra “çalışmama hakkını” kullanmaya başladı. Bu süreçte de ilk kitabı “Baba Oğul ve Hayal” ortaya çıktı.
Üniversite öğrencisiyken 1982 yılında “Hürriyet” gazetesinde gazeteciliğe başladı. “Günaydın” gazetesi ve Sabah Dergi Grubu’nda çeşitli görevler üstlendikten sonra “çalışmama hakkını” kullanmaya başladı. Bu süreçte de ilk kitabı “Baba Oğul ve Hayal” ortaya çıktı.
Ahmet Vefik Paşa
Ahmet Vefik Paşa, 3 Temmuz1823'de İstanbul'da doğmuştur. Babası Hariciye Nezareti memurlarından Ruhittin Efendi'dir. Ahmet Vefik Paşa İstanbul'da 1831'de öğrenimine başlamış, fakat babasının görevi nedeniyle Paris'e yerleşmiş ve öğrenimini Saint-Louis lisesinde tamamlamıştır. Fransızcayı anadili gibi Paris'te öğrenmiştir. Bazı araştırmacılara göre İtalyan, Grek, Latin dillerini de okuyup anlayacak kadar iyi bilirdi.
Türk milletinin büyük ve soylu bir millet olduğuna, zengin bir dil ve tarihe sahip bulunduğuna inanıyordu. "Etrak-i bî idrak" (akılsız Türk) sözünün aydınlar arasında itibar gördüğü o günlerde, Türkçe’nin zengin bir dil olduğunu ispatlamak için "Lehçe-i Osmanî"yi yazmış, Türk tarihinin zenginliğini ortaya koymak için de "Şecere-i Türk", "Tarih-î Hikmet", "Fezleke-î Tarih-î Osmanî" gibi eserler kaleme almış ve dilimize çevirmiştir. Öteki eserlerine döndüğümüz zaman, bambaşka bir kişilik ile karşılaşırız. Tiyatro aşkı... ve aratmayan, bazen aşan tiyatro eserleri adaptasyonları. Molier'den , çeviri ve adaptasyon olmak üzere 16 birbirinden güzel piyes, Ahmet Vefik Paşa'nın kaleminden Türkçeye kazandırılmıştır.
1837 yılında İstanbul'a geri dönmüş ve tercüme odasında memuriyete başlamıştır. 1840'da Londra'ya gitmiş, burada elçilik katibi olarak görev yapmış ve İngilizceyi öğrenmiştir.1842 yılında sırasıyla Sırbistan, İzmir, Eflak ve Boğdan'da görev yapmıştır. İstanbul'a tekrar geri dönmüş, derecesi yükseltilerek tercüme odasında göreve başlamıştır. Kısa bir süre pasaport dairesinde müdürlük yapan Ahmet Vefik Paşa İzmir'e tabiyet işlerini çözümlemek için gönderilmiştir.
1851'de ilk defa kurulan ilim kurulu Encümeni Danişin üyeleri arasında yer almıştır. Aynı dönemde Tahran'da elçi olarak atanmıştır. Burada İran dili ve kökenini köklü bir şekilde öğrenmiştir. Elçilik binasına Türk bayrağını asarak, yeni bir geleneğin de başlatıcısı olmuştur. Ali Paşa'nın sadrazamlığında görevinden alınmıştır. 1855'de Mustafa Reşit Paşa sadrazam olunca Meclisi Valayı Ahkamı Adliye üyeliğine getirilmiştir. 1857'de Deavi Nazırlığına (Adalet Bakanlığı) getirilen Ahmet Vefik Paşa bu görevde kısa süre kalmış, tekrar Meclis Vala üyeliğine atanmıştır.
1860 yılında Paris büyükelçisi, 1861 yılında Evkaf Nazırı olarak Bursa'ya gönderilmiştir. Halkın şikayetleri sonunda görevinden alınmış, 1871 yılına kadar resmi görevde bulunmamıştır. Kendini ilmî faaliyetlere yönlendirmiş, Türk tarihine ve edebiyatına yeni eserler ve tercümeler sunmuştur. 1872'de Sadaret Müsteşarı, aynı yıl Maarif Nazırlığı yapmıştır. 1873 yılında tekrar görevden alınmıştır. 1876'da Petersburg'da Funun ve Sanayi sergisine, Osmanlıyı temsilen katılmıştır. Kısa bir süre Edirne valiliği yapmıştır.
1878'de tekrar Maarif Nazırı olmuş, aynı yıl başvekil olarak üç ay görev yapmış, tekrar görevden alınmıştır. 1879-1882 yıllarında Bursa valiliği yapmış, tekrar başvekil olarak tayin edilmiş, bu görevi sadece üç gün sürmüştür. Görevden tekrar alınmıştır. Ölümüne kadar Rumelihisarı'ndaki evinde ilmî ve edebî çalışmalar yapmış, 1891 yılında İstanbul'da 68 yaşında vefat etmiştir.
Türk milletinin büyük ve soylu bir millet olduğuna, zengin bir dil ve tarihe sahip bulunduğuna inanıyordu. "Etrak-i bî idrak" (akılsız Türk) sözünün aydınlar arasında itibar gördüğü o günlerde, Türkçe’nin zengin bir dil olduğunu ispatlamak için "Lehçe-i Osmanî"yi yazmış, Türk tarihinin zenginliğini ortaya koymak için de "Şecere-i Türk", "Tarih-î Hikmet", "Fezleke-î Tarih-î Osmanî" gibi eserler kaleme almış ve dilimize çevirmiştir. Öteki eserlerine döndüğümüz zaman, bambaşka bir kişilik ile karşılaşırız. Tiyatro aşkı... ve aratmayan, bazen aşan tiyatro eserleri adaptasyonları. Molier'den , çeviri ve adaptasyon olmak üzere 16 birbirinden güzel piyes, Ahmet Vefik Paşa'nın kaleminden Türkçeye kazandırılmıştır.
1837 yılında İstanbul'a geri dönmüş ve tercüme odasında memuriyete başlamıştır. 1840'da Londra'ya gitmiş, burada elçilik katibi olarak görev yapmış ve İngilizceyi öğrenmiştir.1842 yılında sırasıyla Sırbistan, İzmir, Eflak ve Boğdan'da görev yapmıştır. İstanbul'a tekrar geri dönmüş, derecesi yükseltilerek tercüme odasında göreve başlamıştır. Kısa bir süre pasaport dairesinde müdürlük yapan Ahmet Vefik Paşa İzmir'e tabiyet işlerini çözümlemek için gönderilmiştir.
1851'de ilk defa kurulan ilim kurulu Encümeni Danişin üyeleri arasında yer almıştır. Aynı dönemde Tahran'da elçi olarak atanmıştır. Burada İran dili ve kökenini köklü bir şekilde öğrenmiştir. Elçilik binasına Türk bayrağını asarak, yeni bir geleneğin de başlatıcısı olmuştur. Ali Paşa'nın sadrazamlığında görevinden alınmıştır. 1855'de Mustafa Reşit Paşa sadrazam olunca Meclisi Valayı Ahkamı Adliye üyeliğine getirilmiştir. 1857'de Deavi Nazırlığına (Adalet Bakanlığı) getirilen Ahmet Vefik Paşa bu görevde kısa süre kalmış, tekrar Meclis Vala üyeliğine atanmıştır.
1860 yılında Paris büyükelçisi, 1861 yılında Evkaf Nazırı olarak Bursa'ya gönderilmiştir. Halkın şikayetleri sonunda görevinden alınmış, 1871 yılına kadar resmi görevde bulunmamıştır. Kendini ilmî faaliyetlere yönlendirmiş, Türk tarihine ve edebiyatına yeni eserler ve tercümeler sunmuştur. 1872'de Sadaret Müsteşarı, aynı yıl Maarif Nazırlığı yapmıştır. 1873 yılında tekrar görevden alınmıştır. 1876'da Petersburg'da Funun ve Sanayi sergisine, Osmanlıyı temsilen katılmıştır. Kısa bir süre Edirne valiliği yapmıştır.
1878'de tekrar Maarif Nazırı olmuş, aynı yıl başvekil olarak üç ay görev yapmış, tekrar görevden alınmıştır. 1879-1882 yıllarında Bursa valiliği yapmış, tekrar başvekil olarak tayin edilmiş, bu görevi sadece üç gün sürmüştür. Görevden tekrar alınmıştır. Ölümüne kadar Rumelihisarı'ndaki evinde ilmî ve edebî çalışmalar yapmış, 1891 yılında İstanbul'da 68 yaşında vefat etmiştir.
27 Şubat 2018 Salı
AHMET KARCILILAR
6 Haziran 1965'te Denizli'de doğdu. 1976'dan itibaren yerel gazetelerde öyküleri yayımlandı. 1987'de Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'ni bitirdi. 1990-98 yılları arasında pazarlama, finansman ve satış gibi çeşitli alanlardaki iş deneyimlerinin ardından yazarlıkta karar kılarak 1998 yılında Yağmur Hüznü'nü yayınladı. Yine aynı yıl Hayalet Gemi'de öykü ve denemeleri yayımlandı.
2000 yılında Gülden Kale Düştü, 2001'de Fotoğraf Hikayeleri, 2002'de Akrep ve Semender'i yayımladı. Eserlerinde suç ve polisiye temaları vardır. 2003 yılında bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başladı. 2004'te Kitap'ı yayınladı. Yağmur Hüznü isimli ilk romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazandı.
Eserleri
* Anonim Kitap,
* Yağmur Hüznü,
* Gülden Kale Düştü,
* Akrep ve Semender
2000 yılında Gülden Kale Düştü, 2001'de Fotoğraf Hikayeleri, 2002'de Akrep ve Semender'i yayımladı. Eserlerinde suç ve polisiye temaları vardır. 2003 yılında bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başladı. 2004'te Kitap'ı yayınladı. Yağmur Hüznü isimli ilk romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazandı.
Eserleri
* Anonim Kitap,
* Yağmur Hüznü,
* Gülden Kale Düştü,
* Akrep ve Semender
Agatha Christie
AGATHA CHRISTIE
1890 yılında doğdu. İngiliz yazar Christie, popüler edebiyatın en önemli isimlerinden biri ve dedektif Hercule Poirot tipinin yaratıcısıdır. Babası Frederick Alvah Millet, Agatha henüz küçük yastayken öldü. Annesi tarafından evde eğitilen küçük kız, yalnız bir çocukluk geçirdi. Küçük yasta öyküler yazmaya başladı. 16 yaşındayken müzik öğrenimi görmek üzere Paris'e yollandıysa da kısa sürede bundan vazgeçti. Ciddi anlamda ilk edebi denemeleri, duygusal konuları ele alan öyküler oldu.
1914'te Archibald Christie adlı bir doktorla evlendi ve yeniden Fransa'ya gitti. Oradayken vakit geçirmek üzere okuduğu dedektif öykülerinin daha iyilerini yazabileceğini düşünerek ilk polis romanı olan The Mysterous Affair at Styles'i (Styles'daki Esrarengiz Olay) yazdı. Kitap çeşitli yayın evinlerince geri çevrildikten sonra 1920'de Bodley Head Yayınevi tarafından kabul edildi. Styles, Agatha Christie'nin ilk Hercule Poirot romanıdır.
Hercule Poirot, zekası, espri yeteneği, keskin gözlemciliği ve Avrupalı inceliği ile seçkinleşen Belçikalı bir dedektiftir. Cinayetleri "küçük gri hücreler" dediği beynini kullanarak çözmesi ve bu arada da İngiliz yüksek sınıfının özel yaşamının saklı yönlerini ortaya dökmesi ile tanınır. Agatha Christie'nin arka arkaya yazmaya başladığı polis romanları Poirot tipine uluslararası ün kazandırdı.
Yazar ayrıca Miss Marple adını verdiği bir tip daha yarattı. Sevimli bir yaşlı kız olan amatör dedektif Miss Marple da çok tutuldu. 1928'de ilk kocasından boşanıp Max Mallowan'le evlendikten sonra birçok ülke gezip görme fırsatı bulan Christie'nin romanları 1930'larda çoğunlukla uluslararası mekânlarda geçmeye başladı. Hayranlarınca her kitabi beğenilmekle birlikte, Agatha Christie'nin edebi kaygılarla yazdığı bazı romanlar eleştirmenlerin de dikkatini çekti. Örneğin Roger Ackroyd Öldürüldü romanının anlatıcısı katilin kendisidir.
On Küçük Zenci ise polis romanının klasikleri arasındadır. Ölümünden sonra yayınlanan Son Perde ise yazar, ilk romanının geçtigi mekân olan Styles'daki eve döner ve cinayeti Harcule Poirot'ya isletir. Agatha Christie, İngiliz töre romanı geleneğinde yazığı polis romanları ile dünya edebiyatında kendine özgü bir yerin sahibi olmuştur. Yazar, 1976 yılında öldü.
Agatha Christie, 1926'da altıncı romanı olan Roger Ackroyd Öldürüldü yayınlanana kadar tanınmış bir isim olmadı. Bu roman yalnız onun değişik tipi dedektif Hercule Poirot'yu ortaya çıkarmakla kalmadı, tamamen farklı cinayet ağıyla dedektif romanlarında bir devrim yarattı.
İngiltere'nin kırsal kesimlerinden Torquay'da doğan ve bu bölgenin özelliklerini romanlarında kullanan Christie bütün yaşamı boyunca, en fazla Orta Doğu'ya olmak özere birçok yolculuk yaptı. Bu, romanlarının bir kısmında da kendini gösterir. Poirot'nun yani sıra Miss Jane Marple'ı da yarattı, bu kişilik Mrs McGillcuddy Ne Gördü gibi bazı romanlarında cinayetleri çözdü. Christie, romanlarının yanında Fare Kapanı ve Davanın Tanığı gibi oyunlar da yazdı.
Dedektifleri
Hercule Poirot: Şişman ve hareket yoksunu bir kişidir. Cinayet işlenir, öldürülecek kimse öldürülür ve Poirot, tam beklendiği anda ortaya çıkar. Zekası, espri yeteneği, keskin gözlemciliği ve Avrupalı inceliği ile seçkinleşen Belçikalı bir dedektiftir.
Miss Jane Marple: Sevimli bir yaşlı kız ve amatör dedektiftir.
Ayrıca, Agatha Christie'nin bazı romanlarında karşımıza çıkan amatör dedektifler Tommy ve Tuppence çifti ile yazar Ariadne Oliver karakterleri de vardır.
Eserleri
16.50 Treni, Acı Kahve, Bağdat'a Geldiler, Beklenmeyen Misafir, Beş Küçük Domuz, Beşinci Kadın, Briç Masasında Cinayet, Büyük Dörtler, Cesetler Merdiveni, Cinayet Alfabesi, Cinayetler, Oteli, Doğu Ekspresinde Cinayet, Elmayı Yılan Isırdı, Farek Kapanı, Filller de Hatırlar, Hercule Poirot İz Üzerinde, Işıklar Sönünce, İskemlede Beş Ceset, Kanatların Çağrısı, Köşkteki Esrar, Mavi Trenin Esrarı, Nil'de Ölüm, Noel'de Cinayet, On Küçük Zenci, Ölüm Diken Üstünde, Ölüm Oyunu, Ölümün Tam Zamanı, Porsuk Ağacı Cinayeti, Roger Acyroyd Cinayeti, Sevimli Örümcek, Sıfıra Doğru, Son Haber, Sonuncu Kurban, Şampanyadaki Zehir, Üç Perdelik Cinayet, Üç Yanlış Üç Ceset, Üçüncü Kız, Ve Perde İndi, Zehiri Kim Verdi
9 Şubat 2018 Cuma
Necmettin Sahir Sılan
Şair, Gazeteci, Bürokrat: Necmettin Sahir Sılan Ailesi, doğumu, resmî görevleri
Ailesinin kökeni Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u fethettiği sıralarda kumandanı olarak emrinde bulunan Yahya Paşa’ya dayanır. 1896 yılında babasının memuriyeti dolayısıyla bulunduğu Kırklareli’nde doğdu.
Babası, Trabzon’da Hacı Ali Mollazadeler’den İbrahim Efendi’nin oğlu Salih Necati Sahir Bey’dir. Annesi Nevşehir kökenli olup İstanbul’da doğan Melek Hanım’dır.
İlk öğrenimini Bursa ve İstanbul’da yaptı; İstanbul Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Darülfünun’u Hukuk Mektebi’nden mezun oldu. İlk memuriyetine Meclis-i Mebusan ve Âyan meclislerinde kâtiplikle başladı.
Daha sonra 1915-1920 yılları arasında Bahriye nazırı ve Şam’da Dördüncü Ordu kumandanı Ahmet Cemal Paşa ve Bandırma’da Beşinci Ordu kumandanı Liman von Sanders’in maiyetlerinde ihtiyat zabitliği, Meclis-i Mebusan Divan-ı Âli Tahkikat Heyeti kâtipliği görevlerinde bulundu.
16 Mart 1920 yılında İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgali, Meclis-i Mebusan üyelerinin tutuklanması ve önemli bir kısmının Malta’ya sürgün edilmesi üzerine Anadolu’da gelişen millî harekete katılmak üzere Ankara’ya gider.
1920-1927 yılları arasında TBMM Tahrirat ve Varak Kalemi müdürlüğü, Musul müzakerelerinde Heyet-i Murahhasa riyaset kâtipliği, Ali Fethi Bey (Okyar) ve İsmet Paşa (İnönü) Başvekalet Kalem-i Mahsusa Müdürlüğü görevlerini başarıyla yerine getirdi. Bu yıllarda yorucu çalışmaları dolayısıyla sağlığının bozulması üzerine tedavi için Viyana ve Paris’e gitti. Yurda dönüşünde Evrak-ı Nakdiye Komisyonu azası olarak altı buçuk ay Londra’da görevlendirildi.
Rahatsızlığının tekrar nüksetmesiyle İstanbul’da tedaviye lüzum görülmesi üzerine Başvekalet Kalem-i Mahsus Müdürlüğüne eşdeğer bir görevle İstanbul’da bulunan Ergani Bakır Madeni T.A.Ş hükümet komiserliği görevine atandı. 1927 yılından sonra Ergani Bakır Madeni Şirketi idare meclisi azalığı, Üsküdar-Kadıköy Tramvay Şirketi genel müdürlüğü, İstanbul Vilayeti Umumî Meclisi azalığı ve başkanlık divanı kâtipliği, Bütçe Komisyonu mazbata muharriri ve reisliği, Bakırköy Sümerbank İdare Meclisi azalığı görevlerini yaptı.
TBMM çatısı altında 6. 7. ve 8. dönemlerde Bingöl ve Tunceli’den milletvekilli oldu. Aynı zamanda TBMM Başkanlık Divan kâtibi olarak görev yaptı. Mensup olduğu Cumhuriyet Halk Partisi yönetimiyle anlaşamayarak 15 Mayıs 1950 yılında gazetelerde yayınlanan uzun istifa mektubuyla partisinden ve milletvekilliğinden istifa etti. Bu tarihten sonra emekliliğine kadar olan resmî görevleri TPAO İdare Meclisi azalığı, Adıyaman Pamuklu Dokuma Şirketi İdare azalığı ve Ankara Belediye Meclisi azalığı ve başkan vekilliğidir.
Yazı hayatı, gazeteciliği
Yazı hayatına şiirle başlayan Necmeddin Sahir Sılan’ın ilk çalışmaları Rebab ve Donanma dergilerinde ve Tasvir-i Efkâr gazetesinde çıktı. Hukuk Mektebi’ndeki öğrenciliği sırasında fiilî gazetecilik de yapar. Tercüman-ı Hakikat, Hak, Tanin, Vakit, Zaman, Dersaadet ve İleri gazetelerinde muharrir ve yazı işleri müdürü olarak görevlerinde bulunur. Bunun dışında Tan (İzmir), Servet-i Fünun, Yedigün ve Güleryüz, İnci, Diken mecmualarında şiir ve yazıları yayınlanır. Milli mücadele günlerinde Ankara’da bulunduğu yıllarda Hakimiyet-i Milliye ve Yenigün gazetelerinde millî ve hamasî şiirleri yayınlanır.
Necmeddin Sahir Sılan’ın basılı tek eseri İslam Düşmanları, Bir Esirimizin Defter-i Hatıratından adlı eseri 1332/1916 yılında Cemiyet Kütüphanesi yayınları arasında neşredildi. Müellif bu eserde Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı’nın düştüğü hazin durumu anlatır.
Evliliği, çocukları ve son yılları
Necmeddin Sahir Sılan Boşnak kökenli olup İstanbul’a yerleşen Resulbegoviç ailesinden Cemile Hanım’la 1917 yılında evlenir. Bu evlilikten Cenan, Şadan, Şen Sahir adlarında üç çocuğu olur.
Emekli olduktan sonra eşini kaybeder. Bir süre sonra ikinci oğlunu da kaybettikten sonra kendi deyimiyle “inziva devresi” başlar. Ankara ve daha çok İstanbul’da ikamet eder. bu yıllarda sık sık Amerika’da ikamet etmekte olan kız Şen Sahir’in yanına gider. Ölümünden önce Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin 100. yıldönümü dolayısıyla eş Cemile Hanım’ın anısına kütüphane girişini restore ettirerek 5000’e yakın kitap, mecmua ve dokümanlarını kütüphaneye bağışlar.
Millî Mücadele günlerindeki çalışmalarından dolayı İstiklal Madalyası sahibi olan Necmeddin Sahir Sılan doksan üç senelik uzun bir ömürden sonra 1992 yılında vefat eder.
Necmeddin Sahir Sılan’ın Hatıraları
Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet döneminde fiilî çalışmayı bırakana kadar önemli görevlerde bulunmuş Necmeddin Sahir Sılan hatıralarını yazmak konusunda pek gönülsüz davranmıştır.
Tarih Konuşuyor dergisini sahibi Cemal Kutay’ın hatıralarını yazması konusunda “açık mektup”la ısrarlı davetine sonunda cevap vermiş ve hatıralarını yazması konusunda “sırların masuniyeti aleyhine hareket etmiş olmamak, büyük Mustafa Kemal Atatürk hakkında herhangi bir suretle yanlış bir telakkiye vesile vermemek ve “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun”un şümulüne itilebilecek vaziyetten kaçınmak, demokratik esaslara aykırı bulunan “Tedbirler Kanunu”nun şümulü dairesinde mütalâa edilebilecek herhangi bir harekette bulunmamak, çoğu ebediyet âlemine göçmüş bulunanların hatıralarını incitebilecek veya öyle bir telâkkiye yol açabilecek herhangi bir mülâhaza ve mütalâadan sakınmak, hayatta olanlar hakkındaki bazı bilgiler yüzünden eski dostlar aşinalarla herhangi bir polemikten uzak kalmak, içinde yaşanılan hadiseleri naklederken mütevazı şahsımı ilgilendiren konularda kendimden bahsetmek zaruretiyle karşılaşmamak” gibi sebepler ileri sürmüştür.
Elinizdeki kitap Necmeddin Sahir Sılan’ın hatıralarının II. Meşrutiyet ve sonrasına ilişkin bölümünü içerir. Hatıraların neşri Tarih Konuşuyor dergisinin Mart 1966 tarihli 26. sayısında başlar; 36. sayısında biter. Başlangıçta Cemal Kutay’a cevap olarak yazılan ve müellifin özgeçmişine ait bilgileri içeren hatıratta daha sonraki bölümlerde ise Osmanlı’daki hürriyet mücadelelerine ve Meşrutiyet sonrasındaki siyasî gelişmelere kısaca değinilir. Necmeddin Sahir Sılan daha çok kendisinin kâtip olarak bulunduğu ve İttihatçıların yargılandığı 1918 Divan-ı Âli’sindeki gözlemlerini kaleme alır.
Tefrikayı yayına hazırlarken dilinde küçük imla değişiklikleri hariç herhangi bir sadeleştirmeye gitmedik. Hicrî tarihlerin yanında miladî takvimi de gösterdik. Gerekli gördüğümüz yerlerde koyduğumuz dipnotları hazırlayan anlamında (H.) şeklinde gösterdik.
Son olarak tarihi aydınlatacak en ufak bilgi kırıntısının bile neşrinde yarar gördüğümüzü belirterek bu hatıraların kitaplaşmasında desteklerini esirgemeyen Sayın Şen Sahir Sılan’a, yayın aşamasındaki katkılarıyla DBY Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni, dostum Ersan Güngör’e teşekkür ediyorum.
İsmail Dervişoğlu
Bulgurlu, 2010
KİTAPLARI:
* 2. Meşrutiyet ve Sonrası Hatıralarım
Ailesinin kökeni Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’u fethettiği sıralarda kumandanı olarak emrinde bulunan Yahya Paşa’ya dayanır. 1896 yılında babasının memuriyeti dolayısıyla bulunduğu Kırklareli’nde doğdu.
Babası, Trabzon’da Hacı Ali Mollazadeler’den İbrahim Efendi’nin oğlu Salih Necati Sahir Bey’dir. Annesi Nevşehir kökenli olup İstanbul’da doğan Melek Hanım’dır.
İlk öğrenimini Bursa ve İstanbul’da yaptı; İstanbul Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Darülfünun’u Hukuk Mektebi’nden mezun oldu. İlk memuriyetine Meclis-i Mebusan ve Âyan meclislerinde kâtiplikle başladı.
Daha sonra 1915-1920 yılları arasında Bahriye nazırı ve Şam’da Dördüncü Ordu kumandanı Ahmet Cemal Paşa ve Bandırma’da Beşinci Ordu kumandanı Liman von Sanders’in maiyetlerinde ihtiyat zabitliği, Meclis-i Mebusan Divan-ı Âli Tahkikat Heyeti kâtipliği görevlerinde bulundu.
16 Mart 1920 yılında İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgali, Meclis-i Mebusan üyelerinin tutuklanması ve önemli bir kısmının Malta’ya sürgün edilmesi üzerine Anadolu’da gelişen millî harekete katılmak üzere Ankara’ya gider.
1920-1927 yılları arasında TBMM Tahrirat ve Varak Kalemi müdürlüğü, Musul müzakerelerinde Heyet-i Murahhasa riyaset kâtipliği, Ali Fethi Bey (Okyar) ve İsmet Paşa (İnönü) Başvekalet Kalem-i Mahsusa Müdürlüğü görevlerini başarıyla yerine getirdi. Bu yıllarda yorucu çalışmaları dolayısıyla sağlığının bozulması üzerine tedavi için Viyana ve Paris’e gitti. Yurda dönüşünde Evrak-ı Nakdiye Komisyonu azası olarak altı buçuk ay Londra’da görevlendirildi.
Rahatsızlığının tekrar nüksetmesiyle İstanbul’da tedaviye lüzum görülmesi üzerine Başvekalet Kalem-i Mahsus Müdürlüğüne eşdeğer bir görevle İstanbul’da bulunan Ergani Bakır Madeni T.A.Ş hükümet komiserliği görevine atandı. 1927 yılından sonra Ergani Bakır Madeni Şirketi idare meclisi azalığı, Üsküdar-Kadıköy Tramvay Şirketi genel müdürlüğü, İstanbul Vilayeti Umumî Meclisi azalığı ve başkanlık divanı kâtipliği, Bütçe Komisyonu mazbata muharriri ve reisliği, Bakırköy Sümerbank İdare Meclisi azalığı görevlerini yaptı.
TBMM çatısı altında 6. 7. ve 8. dönemlerde Bingöl ve Tunceli’den milletvekilli oldu. Aynı zamanda TBMM Başkanlık Divan kâtibi olarak görev yaptı. Mensup olduğu Cumhuriyet Halk Partisi yönetimiyle anlaşamayarak 15 Mayıs 1950 yılında gazetelerde yayınlanan uzun istifa mektubuyla partisinden ve milletvekilliğinden istifa etti. Bu tarihten sonra emekliliğine kadar olan resmî görevleri TPAO İdare Meclisi azalığı, Adıyaman Pamuklu Dokuma Şirketi İdare azalığı ve Ankara Belediye Meclisi azalığı ve başkan vekilliğidir.
Yazı hayatı, gazeteciliği
Yazı hayatına şiirle başlayan Necmeddin Sahir Sılan’ın ilk çalışmaları Rebab ve Donanma dergilerinde ve Tasvir-i Efkâr gazetesinde çıktı. Hukuk Mektebi’ndeki öğrenciliği sırasında fiilî gazetecilik de yapar. Tercüman-ı Hakikat, Hak, Tanin, Vakit, Zaman, Dersaadet ve İleri gazetelerinde muharrir ve yazı işleri müdürü olarak görevlerinde bulunur. Bunun dışında Tan (İzmir), Servet-i Fünun, Yedigün ve Güleryüz, İnci, Diken mecmualarında şiir ve yazıları yayınlanır. Milli mücadele günlerinde Ankara’da bulunduğu yıllarda Hakimiyet-i Milliye ve Yenigün gazetelerinde millî ve hamasî şiirleri yayınlanır.
Necmeddin Sahir Sılan’ın basılı tek eseri İslam Düşmanları, Bir Esirimizin Defter-i Hatıratından adlı eseri 1332/1916 yılında Cemiyet Kütüphanesi yayınları arasında neşredildi. Müellif bu eserde Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı’nın düştüğü hazin durumu anlatır.
Evliliği, çocukları ve son yılları
Necmeddin Sahir Sılan Boşnak kökenli olup İstanbul’a yerleşen Resulbegoviç ailesinden Cemile Hanım’la 1917 yılında evlenir. Bu evlilikten Cenan, Şadan, Şen Sahir adlarında üç çocuğu olur.
Emekli olduktan sonra eşini kaybeder. Bir süre sonra ikinci oğlunu da kaybettikten sonra kendi deyimiyle “inziva devresi” başlar. Ankara ve daha çok İstanbul’da ikamet eder. bu yıllarda sık sık Amerika’da ikamet etmekte olan kız Şen Sahir’in yanına gider. Ölümünden önce Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin 100. yıldönümü dolayısıyla eş Cemile Hanım’ın anısına kütüphane girişini restore ettirerek 5000’e yakın kitap, mecmua ve dokümanlarını kütüphaneye bağışlar.
Millî Mücadele günlerindeki çalışmalarından dolayı İstiklal Madalyası sahibi olan Necmeddin Sahir Sılan doksan üç senelik uzun bir ömürden sonra 1992 yılında vefat eder.
Necmeddin Sahir Sılan’ın Hatıraları
Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet döneminde fiilî çalışmayı bırakana kadar önemli görevlerde bulunmuş Necmeddin Sahir Sılan hatıralarını yazmak konusunda pek gönülsüz davranmıştır.
Tarih Konuşuyor dergisini sahibi Cemal Kutay’ın hatıralarını yazması konusunda “açık mektup”la ısrarlı davetine sonunda cevap vermiş ve hatıralarını yazması konusunda “sırların masuniyeti aleyhine hareket etmiş olmamak, büyük Mustafa Kemal Atatürk hakkında herhangi bir suretle yanlış bir telakkiye vesile vermemek ve “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun”un şümulüne itilebilecek vaziyetten kaçınmak, demokratik esaslara aykırı bulunan “Tedbirler Kanunu”nun şümulü dairesinde mütalâa edilebilecek herhangi bir harekette bulunmamak, çoğu ebediyet âlemine göçmüş bulunanların hatıralarını incitebilecek veya öyle bir telâkkiye yol açabilecek herhangi bir mülâhaza ve mütalâadan sakınmak, hayatta olanlar hakkındaki bazı bilgiler yüzünden eski dostlar aşinalarla herhangi bir polemikten uzak kalmak, içinde yaşanılan hadiseleri naklederken mütevazı şahsımı ilgilendiren konularda kendimden bahsetmek zaruretiyle karşılaşmamak” gibi sebepler ileri sürmüştür.
Elinizdeki kitap Necmeddin Sahir Sılan’ın hatıralarının II. Meşrutiyet ve sonrasına ilişkin bölümünü içerir. Hatıraların neşri Tarih Konuşuyor dergisinin Mart 1966 tarihli 26. sayısında başlar; 36. sayısında biter. Başlangıçta Cemal Kutay’a cevap olarak yazılan ve müellifin özgeçmişine ait bilgileri içeren hatıratta daha sonraki bölümlerde ise Osmanlı’daki hürriyet mücadelelerine ve Meşrutiyet sonrasındaki siyasî gelişmelere kısaca değinilir. Necmeddin Sahir Sılan daha çok kendisinin kâtip olarak bulunduğu ve İttihatçıların yargılandığı 1918 Divan-ı Âli’sindeki gözlemlerini kaleme alır.
Tefrikayı yayına hazırlarken dilinde küçük imla değişiklikleri hariç herhangi bir sadeleştirmeye gitmedik. Hicrî tarihlerin yanında miladî takvimi de gösterdik. Gerekli gördüğümüz yerlerde koyduğumuz dipnotları hazırlayan anlamında (H.) şeklinde gösterdik.
Son olarak tarihi aydınlatacak en ufak bilgi kırıntısının bile neşrinde yarar gördüğümüzü belirterek bu hatıraların kitaplaşmasında desteklerini esirgemeyen Sayın Şen Sahir Sılan’a, yayın aşamasındaki katkılarıyla DBY Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni, dostum Ersan Güngör’e teşekkür ediyorum.
İsmail Dervişoğlu
Bulgurlu, 2010
KİTAPLARI:
* 2. Meşrutiyet ve Sonrası Hatıralarım
8 Şubat 2018 Perşembe
Hüseyin Rauf Orbay
Hüseyin Rauf Orbay (27 Temmuz 1881, İstanbul - 16 Temmuz 1964,
İstanbul), Türk asker, siyasetçi. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, Kurtuluş
Savaşı'nda ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde önemli görevlerde bulunmuştur.
Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nda gösterdiği başarıdan ötürü "Hamidiye
Kahramanı" olarak tanındı. 1918 Ekim'inde Osmanlı Devleti'nin Bahriye Nazırı
olarak görev yapan Orbay, devletin çöküş belgesi olan Mondros Mütarekesi'ni
hükûmet adına imzalayan kişidir.
Kurtuluş Savaşı sırasında 12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923 tarihleri arasında Türkiye'nin başvekilliğini üstlendi; İsmet Paşa ve Fevzi Paşa'dan sonra Türkiye'nin üçüncü başbakanıdır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucularındadır. İzmir Suikastı davasında idamla yargılanmış, on yıla mahkûm edilmiştir. 1939'da politikaya dönen Orbay, Kastamonu mebusluğu ve Londra büyükelçiliği yapmıştır.
Hayatı
1881'de İstanbul'da Cibali semtinde dünyaya geldi. Babası, Abhaz kökenli Bahriye Birinci Feriki (Oramiral) ve Ayan Meclisi azası Mehmet Muzaffer Paşa; annesi Kürt aşiret reislerinden Bedirhan Paşa'nın kızı Rüveyde Hanım'dır.
Babasının görevi nedeniyle orta öğrenimini Trablus Askeri Rüştiyesi'nde yaptıktan sonra İstanbul'a döndü. Heybeliada Bahriye Okulu'nu 1899'da bitirip deniz kuvvetlerine katıldı.
Askeri kariyeri
Güverte mühendisi (teğmen) rütbesiyle askeri yaşamına başlayan Hüseyin Rauf 1901'de üsteğmenliğe, 1904'te yüzbaşı rütbesine yükseldi. 1904'te Mesudiye zırhlısına atandı. 1905-1911 arasında gemi satın alma, gemi inşa tezgâhlarını inceleme gibi görevlerle Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Almanya'da bulundu. 1907'de kolağalığına (kıdemli yüzbaşı) yükseldi. 13 Kasım 1907'de sağkolağası (ön yüzbaşı) olarak 31 Mart Ayaklanması sebebiyle İstanbul’a gelen Hareket Ordusu'nun faaliyetlerine katıldı. Bu harekât sırasında Mustafa Kemal ve İsmet Bey ile tanıştı.
25 Mayıs 1909’da Hamidiye Gemisi komutanlığına atandı Arnavutluk Ayaklanmasının bastırılmasında rol oynadı. 1911 Türk-İtalyan Savaşı’nda Trablusgarp'a ikmal sevkiyatında görev aldı. Balkan Savaşları başladığında Hamidiye kruvazöründe süvari idi.
I. Dünya Savaşı
I. Dünya Savaşı'nda İran ve Irak'ta Osmanlı gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak bulundu. Kerkük'te iken yarbaylığa terfi etti; Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı'na atanınca İstanbul'a döndü. 1917'de Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile birlikte Alman İmparatoru II. Wilhelm'ı ziyaret etti. Dönüşte kalyon kaptanlığına (albay) yükseltildi. Savaş boyunda Deniz Kurmay Başkanı sıfatıyla bu görevde kaldı. Brest Litovsk Barış Konferansı'nda Deniz Kuvvetleri delegesi olarak Osmanlı'yı temsil etti.
Bahriye Nazırlığı
Rauf Bey, savaşın kaybedilmesi ve İttihat ve Terakki hükûmetinin istifa etmesinden sonra kurulan Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı görevine getirildi ve Osmanlı Devleti'nin çöküş belgesi olan Mondros Mütarekesi'ni hükûmet adına imzalamak zorunda kaldı. Bahriye Nazırlığı, onun son askeri görevi oldu.
Siyasi kariyeri
Millî Mücadeleye katılmasıRauf Paşa, Ahmet İzzat Paşa kabinesinin çekilmesi üzerine Bahriye Nazırlığı’ndan ayrıldı ve Anadolu'daki Millî Mücadele hareketine katıldı. 8 Haziran 1919'da Ankara'ya ulaştı. Mustafa Kemal Paşa'ya katılmak üzere Ali Fuat Paşa ile birlikte Amasya’ya geçtiler.
22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi'ni imzaladılar.
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Erzurum'a giden Rauf Bey, Erzurum Kongresi'nde Heyet-i Temsiliye Başkan vekili idi. Ardından Sivas'a geçti ve Sivas Kongresi başlamadan önce kongrenin başkan yardımcılığına getirildi. İstanbul'daki Son Meclis-i Mebusân toplantısına Heyet-i Temsiliye adına katılacak delege olarak seçildi.
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı
Hüseyin Rauf Bey, Sivas Kongresi'nden sonra Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na Heyet-i Temsiliye adına katılmak üzere Hüsrev Gerede ile birlikte İstanbul'a gitti. Mecliste Felah-ı Vatan grubunun kurulmasına önderlik etti. 16 Mart 1920'de meclisin İngiliz kuvvetleri tarafından basılmasından sonra tutuklanan Rauf Bey, 22 Mart 1920'da Malta'ya sürgüne gönderildi.
Rauf Bey, Malta'da 20 ay süren tutuklu kaldıktan sonra İnebolu'da Binbaşı Rawlinson'la mübâdele edildi. 15 Kasım 1921'de Ankara'ya gelen Rauf Bey, Sivas milletvekili sıfatı ile TBMM'ye katıldı.
Başvekillik
21 Kasım 1921’de Nafia vekilliği (Bayındırlık Bakanlığı) ve Meclis ikinci başkanlığı görevlerine getirilen Rauf Bey, 14 Ocak 1922'ye kadar bu görevlerde kaldı.
30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi öncesinde Fevzi Paşa'nın yoğun çalışmaları sebebiyle TBMM İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı görevine geldi ve 12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923 arasında TBMM İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı yaptı.
Kurtuluş Savaşı'nın Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmasının ardından başlayan Lozan Barış Konferansı sırasında İsmet Paşa’nın üstlendiği Millî Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarına vekalet etme görevi Rauf Bey'de idi. Lozan görüşmeleri sırasında bazı hükûmet kararlarının dışına çıktığı için İsmet Paşa'ya sözleşmeyi imzalama yetkisini vermemesi iki devlet adamının arasını açtı. İsmet Paşa'ya gerekli yetkiyi TBMM reisi Mustafa Kemal verdi. Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Rauf Bey başbakanlıktan istifa etti.
İzmir Suikastı davası
İkinci dönemde İstanbul milletvekili olarak mecliste yer alan Rauf Bey, Halk Fırkası'ndan bağımsız bir politika takip etmeye başladı. 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğunda Rauf Bey, daha önce İkinci Grupta başlattığı muhalefetini bu toplulukta sürdürdü. Parti, 3 Haziran 1925'te kapatılıp, yönetici kadro, 17 Haziran 1926'daki İzmir Suikasti olayıyla ilgili görülerek yargılandı. Yargılama sırasında Rauf Bey, tedavi için Viyana'da bulunmaktaydı.
Mahkeme on yıl kalebentliğe, medeni haklardan mahrum edilmesine ve mallarının haczine hüküm verdi. Rauf Bey hakkındaki suçlamaları ve kararı kesinlikle kabul etmedi, kararı temyiz imkanı olmadığı için de yurda dönmedi. Yurt dışına kaldığı dönemde Birleşik Krallık, Hindistan, Çin ve Mısır'da bulundu.
1933'te çıkan af kanunundan yararlanmayı "...benim asla ve hiçbir suretle en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilan edilen aftan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün değildir" diyerek reddetti. Eniştesinin 1935'te vefatı üzerine ailesinin ısrarıyla yurda döndü. Yeniden politikaya atılarak 1939 yılında TBMM'nin altıncı döneminde Kastamonu'dan milletvekili seçildi; ancak Cumhuriyet Halk Partisi'ne katılmadı.
Eski sürgün mahkûmiyeti ile ilgili 12 Aralık 1940 tarihinde Millî Müdafaa Vekaleti aleyhine dava açtı. Gayesi, murur-u zaman bahanesiyle ele alınmayan mahkûmiyetin haksızlığının tescil edilmesi idi. Askeri Temyiz Mahkemesi 23 Temmuz 1941 tarihli 1342 Esas sayılı kararı ile bunu tescil etti.
VI. Dönem Kastamonu Milletvekili seçilmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında 1942'de Londra Büyükelçiliği'ne getirilmesi nedeniyle 16 Mart 1942 tarihinde Milletvekilliğinden istifa etmişti. Büyükelçilik görevinden de 1944 yılında kendi isteği ile ayrıldı ve bir daha devlet görevi kabul etmedi. Hayatının geri kalanın hayatını üniversitelerde ders ve konferanslar vererek ve seyahatlere çıkarak geçirdi. 1964 yılında İstanbul'da geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Mezarı Erenköy Sahrayıcedid Mezarlığı'ndadır.
HatıralarıRauf Orbay'ın siyasi hatıraları Feridun Kandemir tarafından haftalık Yakın Tarihimiz dergisinin çeşitli sayılarında yayımlandı. 1965 yılında Feridun Kandemir, Hâtıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay adlı kitabı yayımladı. Bu hatıralar 1993'te, Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni -Siyasî Hatıralarım, adıyla iki cilt halinde, 2003 yılında ise, Siyasî Hatıralar adıyla tek cilt halinde tekrar yayınlanmıştır.
Hakkındaki kitaplarNurer Uğurlu, Gizli Belgelerle Rauf Orbay, İsmet İnönü Kavgası, 2005
Hüseyin Rauf Orbay, Siyasi Hatıralar, 2003
Nur Özmel Akın, Rauf Orbay'ın Londra Büyükelçiliği, 1942-1944, 1999
Cemal Kutay, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Yüzyılımızda Bir İnsanımız: Hüseyin Rauf Orbay (5 cilt), 1992
Hüseyin Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, 1993
Erberk İnam, Rauf Bey, 1965
Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, 1965
Kurtuluş Savaşı sırasında 12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923 tarihleri arasında Türkiye'nin başvekilliğini üstlendi; İsmet Paşa ve Fevzi Paşa'dan sonra Türkiye'nin üçüncü başbakanıdır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucularındadır. İzmir Suikastı davasında idamla yargılanmış, on yıla mahkûm edilmiştir. 1939'da politikaya dönen Orbay, Kastamonu mebusluğu ve Londra büyükelçiliği yapmıştır.
Hayatı
1881'de İstanbul'da Cibali semtinde dünyaya geldi. Babası, Abhaz kökenli Bahriye Birinci Feriki (Oramiral) ve Ayan Meclisi azası Mehmet Muzaffer Paşa; annesi Kürt aşiret reislerinden Bedirhan Paşa'nın kızı Rüveyde Hanım'dır.
Babasının görevi nedeniyle orta öğrenimini Trablus Askeri Rüştiyesi'nde yaptıktan sonra İstanbul'a döndü. Heybeliada Bahriye Okulu'nu 1899'da bitirip deniz kuvvetlerine katıldı.
Askeri kariyeri
Güverte mühendisi (teğmen) rütbesiyle askeri yaşamına başlayan Hüseyin Rauf 1901'de üsteğmenliğe, 1904'te yüzbaşı rütbesine yükseldi. 1904'te Mesudiye zırhlısına atandı. 1905-1911 arasında gemi satın alma, gemi inşa tezgâhlarını inceleme gibi görevlerle Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Almanya'da bulundu. 1907'de kolağalığına (kıdemli yüzbaşı) yükseldi. 13 Kasım 1907'de sağkolağası (ön yüzbaşı) olarak 31 Mart Ayaklanması sebebiyle İstanbul’a gelen Hareket Ordusu'nun faaliyetlerine katıldı. Bu harekât sırasında Mustafa Kemal ve İsmet Bey ile tanıştı.
25 Mayıs 1909’da Hamidiye Gemisi komutanlığına atandı Arnavutluk Ayaklanmasının bastırılmasında rol oynadı. 1911 Türk-İtalyan Savaşı’nda Trablusgarp'a ikmal sevkiyatında görev aldı. Balkan Savaşları başladığında Hamidiye kruvazöründe süvari idi.
I. Dünya Savaşı
I. Dünya Savaşı'nda İran ve Irak'ta Osmanlı gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak bulundu. Kerkük'te iken yarbaylığa terfi etti; Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı'na atanınca İstanbul'a döndü. 1917'de Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile birlikte Alman İmparatoru II. Wilhelm'ı ziyaret etti. Dönüşte kalyon kaptanlığına (albay) yükseltildi. Savaş boyunda Deniz Kurmay Başkanı sıfatıyla bu görevde kaldı. Brest Litovsk Barış Konferansı'nda Deniz Kuvvetleri delegesi olarak Osmanlı'yı temsil etti.
Bahriye Nazırlığı
Rauf Bey, savaşın kaybedilmesi ve İttihat ve Terakki hükûmetinin istifa etmesinden sonra kurulan Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı görevine getirildi ve Osmanlı Devleti'nin çöküş belgesi olan Mondros Mütarekesi'ni hükûmet adına imzalamak zorunda kaldı. Bahriye Nazırlığı, onun son askeri görevi oldu.
Siyasi kariyeri
Millî Mücadeleye katılmasıRauf Paşa, Ahmet İzzat Paşa kabinesinin çekilmesi üzerine Bahriye Nazırlığı’ndan ayrıldı ve Anadolu'daki Millî Mücadele hareketine katıldı. 8 Haziran 1919'da Ankara'ya ulaştı. Mustafa Kemal Paşa'ya katılmak üzere Ali Fuat Paşa ile birlikte Amasya’ya geçtiler.
22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi'ni imzaladılar.
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Erzurum'a giden Rauf Bey, Erzurum Kongresi'nde Heyet-i Temsiliye Başkan vekili idi. Ardından Sivas'a geçti ve Sivas Kongresi başlamadan önce kongrenin başkan yardımcılığına getirildi. İstanbul'daki Son Meclis-i Mebusân toplantısına Heyet-i Temsiliye adına katılacak delege olarak seçildi.
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı
Hüseyin Rauf Bey, Sivas Kongresi'nden sonra Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na Heyet-i Temsiliye adına katılmak üzere Hüsrev Gerede ile birlikte İstanbul'a gitti. Mecliste Felah-ı Vatan grubunun kurulmasına önderlik etti. 16 Mart 1920'de meclisin İngiliz kuvvetleri tarafından basılmasından sonra tutuklanan Rauf Bey, 22 Mart 1920'da Malta'ya sürgüne gönderildi.
Rauf Bey, Malta'da 20 ay süren tutuklu kaldıktan sonra İnebolu'da Binbaşı Rawlinson'la mübâdele edildi. 15 Kasım 1921'de Ankara'ya gelen Rauf Bey, Sivas milletvekili sıfatı ile TBMM'ye katıldı.
Başvekillik
21 Kasım 1921’de Nafia vekilliği (Bayındırlık Bakanlığı) ve Meclis ikinci başkanlığı görevlerine getirilen Rauf Bey, 14 Ocak 1922'ye kadar bu görevlerde kaldı.
30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi öncesinde Fevzi Paşa'nın yoğun çalışmaları sebebiyle TBMM İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı görevine geldi ve 12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923 arasında TBMM İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı yaptı.
Kurtuluş Savaşı'nın Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmasının ardından başlayan Lozan Barış Konferansı sırasında İsmet Paşa’nın üstlendiği Millî Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarına vekalet etme görevi Rauf Bey'de idi. Lozan görüşmeleri sırasında bazı hükûmet kararlarının dışına çıktığı için İsmet Paşa'ya sözleşmeyi imzalama yetkisini vermemesi iki devlet adamının arasını açtı. İsmet Paşa'ya gerekli yetkiyi TBMM reisi Mustafa Kemal verdi. Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Rauf Bey başbakanlıktan istifa etti.
İzmir Suikastı davası
İkinci dönemde İstanbul milletvekili olarak mecliste yer alan Rauf Bey, Halk Fırkası'ndan bağımsız bir politika takip etmeye başladı. 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğunda Rauf Bey, daha önce İkinci Grupta başlattığı muhalefetini bu toplulukta sürdürdü. Parti, 3 Haziran 1925'te kapatılıp, yönetici kadro, 17 Haziran 1926'daki İzmir Suikasti olayıyla ilgili görülerek yargılandı. Yargılama sırasında Rauf Bey, tedavi için Viyana'da bulunmaktaydı.
Mahkeme on yıl kalebentliğe, medeni haklardan mahrum edilmesine ve mallarının haczine hüküm verdi. Rauf Bey hakkındaki suçlamaları ve kararı kesinlikle kabul etmedi, kararı temyiz imkanı olmadığı için de yurda dönmedi. Yurt dışına kaldığı dönemde Birleşik Krallık, Hindistan, Çin ve Mısır'da bulundu.
1933'te çıkan af kanunundan yararlanmayı "...benim asla ve hiçbir suretle en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilan edilen aftan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün değildir" diyerek reddetti. Eniştesinin 1935'te vefatı üzerine ailesinin ısrarıyla yurda döndü. Yeniden politikaya atılarak 1939 yılında TBMM'nin altıncı döneminde Kastamonu'dan milletvekili seçildi; ancak Cumhuriyet Halk Partisi'ne katılmadı.
Eski sürgün mahkûmiyeti ile ilgili 12 Aralık 1940 tarihinde Millî Müdafaa Vekaleti aleyhine dava açtı. Gayesi, murur-u zaman bahanesiyle ele alınmayan mahkûmiyetin haksızlığının tescil edilmesi idi. Askeri Temyiz Mahkemesi 23 Temmuz 1941 tarihli 1342 Esas sayılı kararı ile bunu tescil etti.
VI. Dönem Kastamonu Milletvekili seçilmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında 1942'de Londra Büyükelçiliği'ne getirilmesi nedeniyle 16 Mart 1942 tarihinde Milletvekilliğinden istifa etmişti. Büyükelçilik görevinden de 1944 yılında kendi isteği ile ayrıldı ve bir daha devlet görevi kabul etmedi. Hayatının geri kalanın hayatını üniversitelerde ders ve konferanslar vererek ve seyahatlere çıkarak geçirdi. 1964 yılında İstanbul'da geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Mezarı Erenköy Sahrayıcedid Mezarlığı'ndadır.
HatıralarıRauf Orbay'ın siyasi hatıraları Feridun Kandemir tarafından haftalık Yakın Tarihimiz dergisinin çeşitli sayılarında yayımlandı. 1965 yılında Feridun Kandemir, Hâtıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay adlı kitabı yayımladı. Bu hatıralar 1993'te, Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni -Siyasî Hatıralarım, adıyla iki cilt halinde, 2003 yılında ise, Siyasî Hatıralar adıyla tek cilt halinde tekrar yayınlanmıştır.
Hakkındaki kitaplarNurer Uğurlu, Gizli Belgelerle Rauf Orbay, İsmet İnönü Kavgası, 2005
Hüseyin Rauf Orbay, Siyasi Hatıralar, 2003
Nur Özmel Akın, Rauf Orbay'ın Londra Büyükelçiliği, 1942-1944, 1999
Cemal Kutay, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Yüzyılımızda Bir İnsanımız: Hüseyin Rauf Orbay (5 cilt), 1992
Hüseyin Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, 1993
Erberk İnam, Rauf Bey, 1965
Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, 1965
Doktor Nâzım Bey (Selanikli)
Doktor Nâzım Bey, Selanikli Nâzım (1870 – 26 Ağustos 1926), Türk
doktor, siyasetçi ve Fenerbahçe Spor Kulübü'nün eski başkanıdır.
İttihat Terakki Cemiyeti’nin önde gelenlerinden. Cemiyetin kurulmasında, teşkilatlanmasında, Meşrutiyeti yeniden kurmasında önemli rol almış birkaç yönetici arasındadır.
1893 yılında gittiği Paris’te 14 yıl boyunca cemiyetin gelişmesi için çalıştı. 1907 yılında İzmir ve Selanik’e geçerek Meşrutiyetin ilanı için mücadele devam etti; bunu başaran ekibin içinde yer aldı. I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar cemiyette verilen bütün kararlarda söz sahibi oldu.
1916-1918 yılları arasında, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yürüttü. Osmanlı Devleti’nde son Talat Paşa hükümeti içinde Maarif Nazırı olarak yer aldı. Devletin yenilgisi ile biten I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’ya kaçtı ve 1922’de yurda dönebildi.
Çeşitli siyasi etkinlikleri nedeniyle daha önce üç kez idam cezası alan Doktor Nâzım, son olarak 1926’da Atatürk’e karşı düzenlen İzmir Suikastı’ndan ötürü yargılandı ve idam edildi.
Yaşamı
1870’de Selanik’te dünyaya geldi. Babası Hacı Abdülhami Efendi, annesi Ayşe Hanım’dır. Babasını henüz bebekken kaybetti. Rüştiye eğitimini Selanik’te tamamladıktan sonra 1887’de İstanbul Askeri Tıbbiye İdadisi’ne girdi.
Bu okuldaki üç yıllık eğitimin ardından Mekteb-i Tıbbiyeyi Şahane’ye (Askeri Tıp Akademisi) girdi. Tıp eğitimi sırasında İttihad-i Osmani Cemiyeti'ne katıldı. Öğrenimi sürmekte iken 1894 yılında tıbbiye öğrencilerinden Ahmet Verdani ve Ali Zühtü Beylerle birlikte cemiyet tarafından Paris’e gönderildi.
Avrupa yılları
Doktor Nâzım ve arkadaşları, Paris’e kendilerinden 5 yıl önce gelen ve Abdülhamit’e karşı muhalefet eden Ahmet Rıza Bey ile ilişki kurmak;ona Cemiyeti yurt dışında temsil etmesini önermekle görevlendirilmişti.
Doktor Nâzım, Avrupa’daki Jön Türkler ile Osmanlı’daki muhalif gençlerin “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında birleşmesine öncülük etti. Cemiyetin başkanlığını Ahmet Rıza üstlendi; cemiyetin yayın organı Meşveret Gazetesi’ni birlikte çıkardılar.
Doktor Nâzım yarım kılan tıp eğitimini Paris’te tamamlayarak jinekolog doktor oldu; Paris hastanesinde göreve başladı.
1896 yılında II. Abdülhamit, İttihatçıların darbe yapacağına ilişkin bir istihbarat üzerine bir yandan İstanbul’da büyük bir tutuklama operasyonu düzenlerken diğer yandan Fransız hükümetine Paris’teki İttihatçıları sınırdışı etmesi için baskılarını arttırmıştı. Bu baskılar sonucu Doktor Nâzım ve arkadaşları Fransa’dan sınırdışı edildi.
Belçika'da eylemlerine devam eden örgüt, yine II. Abdülhamid'in ısrarlarıyla buradan da sınırdışı edilince İsviçre'ye geçti. Dr. Nâzım, burada Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet gibi isimlerin de aralarında bulunduğu aydınları örgüte kazandırdıktan sonra, kaçak olarak Paris'e gitti.
Cemiyetin 1896’da Paris’te düzenlediği olağanüstü toplantıda Mizancı Murad'ın başkan seçilmesinden sonra cemiyetin merkezi Cenevre’ye taşındı ancak Mizancı Murad ile anlaşamayan Ahmet Rıza'nın Paris'te kalıp Fransızca Meşveret'i yayınlaması uygun görülmüştü.
Dr. Nâzım da onunla birlikte Paris'te kaldı. Zamanla anlaşmazlıkların artması üzerine cemiyet üyeleri, Ahmet Rıza ve Doktor Nâzım'ın cemiyetten çıkarılmasına karar verip bunu Mizan'da yayınladılar (bu gelişme üzerine Mizancı Murad başkanlığı bırakmak zorunda kalmış; yerine Çürüksulu Ahmet Bey getirilmiştir).
Cemiyet, kısa süre sonra dağılma sürecine girdi; Haziran 1897'de II. Abdülhamit'in serhafiyesi Ahmet Celaleddin Paşa ile cemiyet namına görüşen Mizancı Murad, padişah affı ile İstanbul'a dönünce onu Türk sefaretlerinde görev kabul eden diğer Jön Türkler izledi. Doktor Nâzım, Sultanın tekliflerini kabul etmeyip geriye kalan bir avuç hürriyet yanlısından birisiydi. Arkadaşları ile birlikte Meşveret'i yayınlamayı sürdürdü.
Jön Türkler'i birleştirmek amacıyla Prens Sabahattin'in girişimiyle 4-9 Şubat 1902'de Paris'te ilk Jön Türk Kongresi'nde Dr. Nâzım, “Prens Sabahattin'ci” grupla düşünsel ayrılığa düştü. Prens Sabahattin ve Ali Kemal Bey'lerin başını çektiği grup, düzenlenecek bir ihtilal için başka devletlerin işbirliğini uygun görüyor, Ahmet Rıza ve Doktor Nâzım ise bunu kabul etmiyordu. Kongre, bir karar alamadan dağıldı. Aynı tarihlerde İstanbul'da Dr. Nâzım hakkındaki ilk idam kararı verildi.
Selanik ve İzmir
1907 yılında Prens Sabahattin “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” adıyla yeni bir dernek kurarken Dr. Nâzım, Bahattin Şakir ile birlikte “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti”’nin başını çekti. Aynı yıl merkezi Selanik olan “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”’nin daveti üzerine Rum komitacıların yardımıyla Selanik'e geçti.
İstibdat yönetimine karşı Paris’teki sivil örgütlenmenin yanı sıra Selanik’te askeri bir örgütlenme oluşmuştu. İki örgüt 27 Eylül 1907'de imzalanan bir belge birleştirildi. Dr. Nâzım, “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adının kullanılmasını kabul ettirdi.
Dr. Nâzım, Selanik’teki cemiyet ile yakınlaşması sonucu hürriyetin dağa çıkarak kazanılacağına kanaat getirdi. Rumeli’deki ayaklanmaları bastırmak için İzmir’den Selanik’e ordu gönderilmesini emredilince İzmir’deki askerler arasında örgütlenmeyi sağlamak için “Tütüncü Yakup Ağa” kimliğiyle İzmir'e gidip dükkân açtı. Bu dükkanda propaganda faaliyetleri yürüttü; birçok genci cemiyetin yeminli üyesi yaptı.
Makedonya'daki Kolağası Niyazi Bey ve ardından Binbaşı Enver Bey’in dağa çıkıp ihtilali başlatmasından sonra bölgeye gönderilen İzmir ordusunun ilk taburları Selanik rıhtımına çıktıklarında ihtilale katıldılar. 23 Temmuz 1908’de Makedonya’nın Köprülü Hükümet Konağı önünde İkinci Meşrutiyet ilan edildi. O sırada Milas’ta bulunan Doktor Nâzım, ihtilal haberini alınca Selanik’e geçti; diğer yöneticiler gibi Londra Oteli’nin balkonundan nutuk verdi.
II. Meşrutiyet
Dr. Nâzım, Meşrutiyet’in ilanından sonra “Anadolu vilayetleri Umumi Valisi” görevine getirildiği için İzmir’e döndü ancak aktif görevde yer almak yerine perde arkasında kalmayı istiyordu. Bu nedenle bir süre Selanik Belediye Hastanesi Baştabibi olarak çalıştı, ancak cemiyet merkez komitesinin sürekli üyesi olup 1911’e kadar cemiyetin genel sekreterliğini yaptı.
31 Mart İsyanı
31 Mart İsyanı'ndan sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın iktidar olmasıyla başlayan ittihatçı avı sırasında 9 Kasım 1912'de Yunanistan'da yakalandı.
Bâb-ı Âli Baskını'nın ardından iktidara gelen ittihatçıların çabalarıyla serbest bırakıldı ve yurda döndü.
1912-1918
Doktor Nâzım, cemiyette çeşitli komisyonların yanında 1916 yılında Fenerbahçe SporKulübü’ne de başkanlık etti. Celal Sahir Bey ile birlikte İzmir’de “Halka Doğru” Dergisi'ni çıkardı.
Maarif Nazırlığı
1918’de yeni kurulan hükümette, istememesine karşın kısa bir süre Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı)ı oldu. Almanya'nın yenilmesinden sonra hükümet düştü; parti ise kendisini feshetme karar aldı.
Almanya ve Rusya
Üst düzey İttihatçılar, bir Alman denizaltısı ile Kasım 1918 başında Almanya’ya kaçarken aralarında bulunanlardan birisi de Dr. Nâzım idi. 5 Temmuz 1919'da işgal kuvvetlerinin baskısı ile Divan-ı Harbi Örfü tarafından gıyabında ikinci idam kararı çıktı.
Sırasıyla Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi Bey ve Cemal Paşa Ermeni suikastçılar tarafından öldürüldü. Dr. Nâzım, Talat Bey’in katilinin cezalandırılması, Paşa’nın bir büstünün yapılması için uğraş verdi. Bu arada, Avrupa'da verimsiz olduğunu, Ankara'ya geçmek istediğini Mustafa Kemal Paşa'ya birden çok kez yazdıysa da cevap alamadı.
Bunun hayal kırıklığı ile Moskova’ya Enver Paşa’nın yanına gitti. Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı haberi gelince Enver Paşa ile yolları ayrıldı. Şair Nâzım Hikmet’in de yardımıyla hatıralarını yazmaya başladı ama tamamlayamadı ve yayınlayamadı.
Enver Paşa Bolşevikler ile çarpışınca Ruslar’ın kendisini Moskova’dan uzaklaştırmak istemesi üzerine Almanya’ya gitti. Ancak Almanya’da, Ermeni komitacılar tarafından öldürülme riski vardı. 1922’de Dr. Nâzım’ın İzmirli dostlarının ricası sonucu Mustafa Kemal, yurda dönüşüne izin verdi.
Yurda dönüşü ve idamı
1922’de İzmir'e yerleşen Doktor Nâzım siyasetten elini eteğini çekti. Cumhuriyetin ilanından sonra da bacanağı dışişleri bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras başta olma üzere eski İttihatçılarla görüşmeye devam etti.
1926 Atatürk'e karşı düzenlenmesi planlanan İzmir Suikastı'nın ardından tutuklandı. İstiklâl Mahkemesi'nde yargılandı. Üçüncü kez idama mahkûm edildi. 26 Ağustos 1926'da idam edildi.
İttihat Terakki Cemiyeti’nin önde gelenlerinden. Cemiyetin kurulmasında, teşkilatlanmasında, Meşrutiyeti yeniden kurmasında önemli rol almış birkaç yönetici arasındadır.
1893 yılında gittiği Paris’te 14 yıl boyunca cemiyetin gelişmesi için çalıştı. 1907 yılında İzmir ve Selanik’e geçerek Meşrutiyetin ilanı için mücadele devam etti; bunu başaran ekibin içinde yer aldı. I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar cemiyette verilen bütün kararlarda söz sahibi oldu.
1916-1918 yılları arasında, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yürüttü. Osmanlı Devleti’nde son Talat Paşa hükümeti içinde Maarif Nazırı olarak yer aldı. Devletin yenilgisi ile biten I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’ya kaçtı ve 1922’de yurda dönebildi.
Çeşitli siyasi etkinlikleri nedeniyle daha önce üç kez idam cezası alan Doktor Nâzım, son olarak 1926’da Atatürk’e karşı düzenlen İzmir Suikastı’ndan ötürü yargılandı ve idam edildi.
Yaşamı
1870’de Selanik’te dünyaya geldi. Babası Hacı Abdülhami Efendi, annesi Ayşe Hanım’dır. Babasını henüz bebekken kaybetti. Rüştiye eğitimini Selanik’te tamamladıktan sonra 1887’de İstanbul Askeri Tıbbiye İdadisi’ne girdi.
Bu okuldaki üç yıllık eğitimin ardından Mekteb-i Tıbbiyeyi Şahane’ye (Askeri Tıp Akademisi) girdi. Tıp eğitimi sırasında İttihad-i Osmani Cemiyeti'ne katıldı. Öğrenimi sürmekte iken 1894 yılında tıbbiye öğrencilerinden Ahmet Verdani ve Ali Zühtü Beylerle birlikte cemiyet tarafından Paris’e gönderildi.
Avrupa yılları
Doktor Nâzım ve arkadaşları, Paris’e kendilerinden 5 yıl önce gelen ve Abdülhamit’e karşı muhalefet eden Ahmet Rıza Bey ile ilişki kurmak;ona Cemiyeti yurt dışında temsil etmesini önermekle görevlendirilmişti.
Doktor Nâzım, Avrupa’daki Jön Türkler ile Osmanlı’daki muhalif gençlerin “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında birleşmesine öncülük etti. Cemiyetin başkanlığını Ahmet Rıza üstlendi; cemiyetin yayın organı Meşveret Gazetesi’ni birlikte çıkardılar.
Doktor Nâzım yarım kılan tıp eğitimini Paris’te tamamlayarak jinekolog doktor oldu; Paris hastanesinde göreve başladı.
1896 yılında II. Abdülhamit, İttihatçıların darbe yapacağına ilişkin bir istihbarat üzerine bir yandan İstanbul’da büyük bir tutuklama operasyonu düzenlerken diğer yandan Fransız hükümetine Paris’teki İttihatçıları sınırdışı etmesi için baskılarını arttırmıştı. Bu baskılar sonucu Doktor Nâzım ve arkadaşları Fransa’dan sınırdışı edildi.
Belçika'da eylemlerine devam eden örgüt, yine II. Abdülhamid'in ısrarlarıyla buradan da sınırdışı edilince İsviçre'ye geçti. Dr. Nâzım, burada Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet gibi isimlerin de aralarında bulunduğu aydınları örgüte kazandırdıktan sonra, kaçak olarak Paris'e gitti.
Cemiyetin 1896’da Paris’te düzenlediği olağanüstü toplantıda Mizancı Murad'ın başkan seçilmesinden sonra cemiyetin merkezi Cenevre’ye taşındı ancak Mizancı Murad ile anlaşamayan Ahmet Rıza'nın Paris'te kalıp Fransızca Meşveret'i yayınlaması uygun görülmüştü.
Dr. Nâzım da onunla birlikte Paris'te kaldı. Zamanla anlaşmazlıkların artması üzerine cemiyet üyeleri, Ahmet Rıza ve Doktor Nâzım'ın cemiyetten çıkarılmasına karar verip bunu Mizan'da yayınladılar (bu gelişme üzerine Mizancı Murad başkanlığı bırakmak zorunda kalmış; yerine Çürüksulu Ahmet Bey getirilmiştir).
Cemiyet, kısa süre sonra dağılma sürecine girdi; Haziran 1897'de II. Abdülhamit'in serhafiyesi Ahmet Celaleddin Paşa ile cemiyet namına görüşen Mizancı Murad, padişah affı ile İstanbul'a dönünce onu Türk sefaretlerinde görev kabul eden diğer Jön Türkler izledi. Doktor Nâzım, Sultanın tekliflerini kabul etmeyip geriye kalan bir avuç hürriyet yanlısından birisiydi. Arkadaşları ile birlikte Meşveret'i yayınlamayı sürdürdü.
Jön Türkler'i birleştirmek amacıyla Prens Sabahattin'in girişimiyle 4-9 Şubat 1902'de Paris'te ilk Jön Türk Kongresi'nde Dr. Nâzım, “Prens Sabahattin'ci” grupla düşünsel ayrılığa düştü. Prens Sabahattin ve Ali Kemal Bey'lerin başını çektiği grup, düzenlenecek bir ihtilal için başka devletlerin işbirliğini uygun görüyor, Ahmet Rıza ve Doktor Nâzım ise bunu kabul etmiyordu. Kongre, bir karar alamadan dağıldı. Aynı tarihlerde İstanbul'da Dr. Nâzım hakkındaki ilk idam kararı verildi.
Selanik ve İzmir
1907 yılında Prens Sabahattin “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” adıyla yeni bir dernek kurarken Dr. Nâzım, Bahattin Şakir ile birlikte “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti”’nin başını çekti. Aynı yıl merkezi Selanik olan “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”’nin daveti üzerine Rum komitacıların yardımıyla Selanik'e geçti.
İstibdat yönetimine karşı Paris’teki sivil örgütlenmenin yanı sıra Selanik’te askeri bir örgütlenme oluşmuştu. İki örgüt 27 Eylül 1907'de imzalanan bir belge birleştirildi. Dr. Nâzım, “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adının kullanılmasını kabul ettirdi.
Dr. Nâzım, Selanik’teki cemiyet ile yakınlaşması sonucu hürriyetin dağa çıkarak kazanılacağına kanaat getirdi. Rumeli’deki ayaklanmaları bastırmak için İzmir’den Selanik’e ordu gönderilmesini emredilince İzmir’deki askerler arasında örgütlenmeyi sağlamak için “Tütüncü Yakup Ağa” kimliğiyle İzmir'e gidip dükkân açtı. Bu dükkanda propaganda faaliyetleri yürüttü; birçok genci cemiyetin yeminli üyesi yaptı.
Makedonya'daki Kolağası Niyazi Bey ve ardından Binbaşı Enver Bey’in dağa çıkıp ihtilali başlatmasından sonra bölgeye gönderilen İzmir ordusunun ilk taburları Selanik rıhtımına çıktıklarında ihtilale katıldılar. 23 Temmuz 1908’de Makedonya’nın Köprülü Hükümet Konağı önünde İkinci Meşrutiyet ilan edildi. O sırada Milas’ta bulunan Doktor Nâzım, ihtilal haberini alınca Selanik’e geçti; diğer yöneticiler gibi Londra Oteli’nin balkonundan nutuk verdi.
II. Meşrutiyet
Dr. Nâzım, Meşrutiyet’in ilanından sonra “Anadolu vilayetleri Umumi Valisi” görevine getirildiği için İzmir’e döndü ancak aktif görevde yer almak yerine perde arkasında kalmayı istiyordu. Bu nedenle bir süre Selanik Belediye Hastanesi Baştabibi olarak çalıştı, ancak cemiyet merkez komitesinin sürekli üyesi olup 1911’e kadar cemiyetin genel sekreterliğini yaptı.
31 Mart İsyanı
31 Mart İsyanı'ndan sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın iktidar olmasıyla başlayan ittihatçı avı sırasında 9 Kasım 1912'de Yunanistan'da yakalandı.
Bâb-ı Âli Baskını'nın ardından iktidara gelen ittihatçıların çabalarıyla serbest bırakıldı ve yurda döndü.
1912-1918
Doktor Nâzım, cemiyette çeşitli komisyonların yanında 1916 yılında Fenerbahçe SporKulübü’ne de başkanlık etti. Celal Sahir Bey ile birlikte İzmir’de “Halka Doğru” Dergisi'ni çıkardı.
Maarif Nazırlığı
1918’de yeni kurulan hükümette, istememesine karşın kısa bir süre Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı)ı oldu. Almanya'nın yenilmesinden sonra hükümet düştü; parti ise kendisini feshetme karar aldı.
Almanya ve Rusya
Üst düzey İttihatçılar, bir Alman denizaltısı ile Kasım 1918 başında Almanya’ya kaçarken aralarında bulunanlardan birisi de Dr. Nâzım idi. 5 Temmuz 1919'da işgal kuvvetlerinin baskısı ile Divan-ı Harbi Örfü tarafından gıyabında ikinci idam kararı çıktı.
Sırasıyla Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi Bey ve Cemal Paşa Ermeni suikastçılar tarafından öldürüldü. Dr. Nâzım, Talat Bey’in katilinin cezalandırılması, Paşa’nın bir büstünün yapılması için uğraş verdi. Bu arada, Avrupa'da verimsiz olduğunu, Ankara'ya geçmek istediğini Mustafa Kemal Paşa'ya birden çok kez yazdıysa da cevap alamadı.
Bunun hayal kırıklığı ile Moskova’ya Enver Paşa’nın yanına gitti. Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı haberi gelince Enver Paşa ile yolları ayrıldı. Şair Nâzım Hikmet’in de yardımıyla hatıralarını yazmaya başladı ama tamamlayamadı ve yayınlayamadı.
Enver Paşa Bolşevikler ile çarpışınca Ruslar’ın kendisini Moskova’dan uzaklaştırmak istemesi üzerine Almanya’ya gitti. Ancak Almanya’da, Ermeni komitacılar tarafından öldürülme riski vardı. 1922’de Dr. Nâzım’ın İzmirli dostlarının ricası sonucu Mustafa Kemal, yurda dönüşüne izin verdi.
Yurda dönüşü ve idamı
1922’de İzmir'e yerleşen Doktor Nâzım siyasetten elini eteğini çekti. Cumhuriyetin ilanından sonra da bacanağı dışişleri bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras başta olma üzere eski İttihatçılarla görüşmeye devam etti.
1926 Atatürk'e karşı düzenlenmesi planlanan İzmir Suikastı'nın ardından tutuklandı. İstiklâl Mahkemesi'nde yargılandı. Üçüncü kez idama mahkûm edildi. 26 Ağustos 1926'da idam edildi.
Çerkes Mehmed Reşit
Doktor Mehmed Reşid Bey (Şahingiray) (8 Şubat 1873-6 Şubat
1919), İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi doktor ve I. Dünya Savaşı sırasında
Diyarbekir Valisi olan Osmanlı asker ve devlet adamıdır.
Mehmed Reşid 8 Şubat 1873'te Kafkasya'da bir Çerkez ailesinde dünyaya geldi. 1874 yılında Rus baskıları sonucu ailesi Osmanlı İmparatorluğu'na göç etti.
Mehmed Reşid öğrenimini İstanbul'da Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde tamamladı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularından biri oldu.
1894 yılında Haydarpaşa Askerî Hastanesi'ne Düring Paşa'nın yardımcısı olarak atandı. 1897 yılında devrimci faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak Trablusgarp'a sürüldü. Burada doktorluk yaptıktan sonra 1908 Jön Türk Devrimi'nin ardından İstanbul'a geri döndü.
Daha sonra 1909 yılında ordudan ayrılarak İstanköy kaymakamlığı ile Humus, Kozan, Rize ve Karesi mutassarıflığı yaptıktan sonra 1915 yılında Diyarbekir Valisi olarak atandı.
Mehmet Reşid Bey Diyarbekir Valisi olduğu dönemde Ermenileri tehcir sırasında soykırıma uğratmak suçlamasıyla Bekirağa Bölüğü'ne hapsedildi ve idama mahkum edildi. 25 Ocak 1919 tarihinde hapisten kaçtı ve 6 Şubat 1919 tarihinde polis tarafından yakalanmak üzereyken tabancayla başına sıkarak intihar etti.
Mehmed Reşid 8 Şubat 1873'te Kafkasya'da bir Çerkez ailesinde dünyaya geldi. 1874 yılında Rus baskıları sonucu ailesi Osmanlı İmparatorluğu'na göç etti.
Mehmed Reşid öğrenimini İstanbul'da Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde tamamladı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularından biri oldu.
1894 yılında Haydarpaşa Askerî Hastanesi'ne Düring Paşa'nın yardımcısı olarak atandı. 1897 yılında devrimci faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak Trablusgarp'a sürüldü. Burada doktorluk yaptıktan sonra 1908 Jön Türk Devrimi'nin ardından İstanbul'a geri döndü.
Daha sonra 1909 yılında ordudan ayrılarak İstanköy kaymakamlığı ile Humus, Kozan, Rize ve Karesi mutassarıflığı yaptıktan sonra 1915 yılında Diyarbekir Valisi olarak atandı.
Mehmet Reşid Bey Diyarbekir Valisi olduğu dönemde Ermenileri tehcir sırasında soykırıma uğratmak suçlamasıyla Bekirağa Bölüğü'ne hapsedildi ve idama mahkum edildi. 25 Ocak 1919 tarihinde hapisten kaçtı ve 6 Şubat 1919 tarihinde polis tarafından yakalanmak üzereyken tabancayla başına sıkarak intihar etti.
Abdullah Cevdet
Abdullah Cevdet 9 Eylül 1869 tarihinde Arapkir'de doğdu.
İlköğrenimine burada tamamladıktan sonra Elazığ Askeri Rüştiyesi'nde eğitim
gördü. Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi'nden mezun olduktan sonra Mektebi-i
Tıbbiye'ye girdi.
Öğrencilik döneminde arkadaşlarıyla birlikte İttihad-ı Osman cemiyetini kurdu. Yaptığı çalışmalar sebebiyle birçok kez tutuklandı. Diyarbakır'da çalıştığı dönemde başta Ziya Gökalp olmak üzere birçok kişiyi kurduğu cemiyete kaydetti.
İstanbul'a döndüğünde yaptığı siyasi faaliyetler sebebiyle yeniden tutuklandı ve Balkanlar Kurulu kararıyla Libya'nın Trablusgarp şehrine sürüldü. Burada da çalışmalarını sürdüren Abdullah Cevdet Mizan ve Meşveret dergilerine yazılar gönderdi. Daha sonra hükümet tarafından devlet aleyhinde eylemler yapmak gerekçesiyle Fizan'a sürüldü.
Fakat buradan kaçarak Tunus'a gitti. Buradan Fransa'nın Paris şehrine giderek Jön Türkler grubuna katıldı. Öte yandan farklı gazete ve dergilerde çeşitli yazılar yazdı. 20 Ekim 1904 tarihinde İsviçre'den sınır dışı edilince Mısır'a giderek eylemlerine bu bölgede devam etti. İslam düşmanı Reinhart Dozy'nin yazdığı Essai Sur l'histoire de l'İslamisme kitabını türkçeye çevirerek yayınlamıştır.
Kitapta yer alan Hz Muhammed (s.a.v)' karşı yer alan saygısız ifadeler müslüman kesim tarafından büyük tepki toplamıştır. Kendisine Allah Düşmanı anlamına gelen Adüvvullah Cevdet lakabı verilmiştir.
Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin ardından yeniden İstanbul'a döndü. Çıkarmaya devam ettiği İctihad dergisi İslam aleyhinde yazılar yazıldığı gerekçesiyle pek çok kez kapatıldı. Bunun yanında İngiliz Muhibler Cemiyeti'ni kurdu. Ayrıca İngilizler ile işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyeti'nde de yer aldı. İctihad dergisinde Milli Mücadele'yi öven yazılar yazarak itibar kazanmaya çalıştı.
Öte yandan Türkiye'nin nufus politikasıyla ilgili yazdığı bir yazıda Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa'dan ve Amerika'dan damızlık erkek getirmek gerekir! şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Yaptığı bu açıklama ülke genelinde büyük bir nefret ve öfke ile karşılanmıştır. Yaşamının son yıllarını tek başına geçirdi. Abdullah Cevdet, 29 Kasım 1932 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti.
Öğrencilik döneminde arkadaşlarıyla birlikte İttihad-ı Osman cemiyetini kurdu. Yaptığı çalışmalar sebebiyle birçok kez tutuklandı. Diyarbakır'da çalıştığı dönemde başta Ziya Gökalp olmak üzere birçok kişiyi kurduğu cemiyete kaydetti.
İstanbul'a döndüğünde yaptığı siyasi faaliyetler sebebiyle yeniden tutuklandı ve Balkanlar Kurulu kararıyla Libya'nın Trablusgarp şehrine sürüldü. Burada da çalışmalarını sürdüren Abdullah Cevdet Mizan ve Meşveret dergilerine yazılar gönderdi. Daha sonra hükümet tarafından devlet aleyhinde eylemler yapmak gerekçesiyle Fizan'a sürüldü.
Fakat buradan kaçarak Tunus'a gitti. Buradan Fransa'nın Paris şehrine giderek Jön Türkler grubuna katıldı. Öte yandan farklı gazete ve dergilerde çeşitli yazılar yazdı. 20 Ekim 1904 tarihinde İsviçre'den sınır dışı edilince Mısır'a giderek eylemlerine bu bölgede devam etti. İslam düşmanı Reinhart Dozy'nin yazdığı Essai Sur l'histoire de l'İslamisme kitabını türkçeye çevirerek yayınlamıştır.
Kitapta yer alan Hz Muhammed (s.a.v)' karşı yer alan saygısız ifadeler müslüman kesim tarafından büyük tepki toplamıştır. Kendisine Allah Düşmanı anlamına gelen Adüvvullah Cevdet lakabı verilmiştir.
Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinin ardından yeniden İstanbul'a döndü. Çıkarmaya devam ettiği İctihad dergisi İslam aleyhinde yazılar yazıldığı gerekçesiyle pek çok kez kapatıldı. Bunun yanında İngiliz Muhibler Cemiyeti'ni kurdu. Ayrıca İngilizler ile işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyeti'nde de yer aldı. İctihad dergisinde Milli Mücadele'yi öven yazılar yazarak itibar kazanmaya çalıştı.
Öte yandan Türkiye'nin nufus politikasıyla ilgili yazdığı bir yazıda Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa'dan ve Amerika'dan damızlık erkek getirmek gerekir! şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Yaptığı bu açıklama ülke genelinde büyük bir nefret ve öfke ile karşılanmıştır. Yaşamının son yıllarını tek başına geçirdi. Abdullah Cevdet, 29 Kasım 1932 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti.
7 Şubat 2018 Çarşamba
A. M. Celal Şengör
A. M. Celâl Şengör 24 Mart 1955’te İstanbul’da doğdu. 1973 yılında Robert Academy’yi bitirdi.
1978’de State University of New York at Albany’den jeolog olarak mezun oldu. 1979’da master,
1982’de de aynı üniversiteden doktora aldı.
1981’de İTÜ Maden Fakültesi, Genel Jeoloji Kürsüsü’ne asistan oldu.
1984 yılında Londra Jeoloji Cemiyeti’nin “Başkanlık Ödülü”nü.
1986’da TÜBİTAK’ın Bilim Ödülü’nü aldı. Aynı yıl İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda doçent oldu.
1988’de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi’nden şeref bilim doktoru (Docteur es Sciences honoriscausa) pâyesi aldı.
1990 yılında Academia Europa’ya ilk Türk üye olarak seçildi, aynı yıl Avusturya
Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991 yılında Avusturya Jeoloji Derneği şeref üyesi oldu.
1991 yılında Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülü’nü kazandı. 1992 yılında İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda profesörlüğe yükseltildi.
1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi kurucu üyesi oldu, Akademi konseyine seçildi. Aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğine seçildi.
1994 yılında Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyeliğine, Fransız ve Amerikan jeoloji dernekleri şeref üyeliğine seçildi, ayrıca kendisine Fransız Fizik Cemiyeti ve École Normale Supérieure Vakfı tarafından Rammal Madalyası verildi. Şengör 1997 yılında Fransız Bilimler Akademisi tarafından yerbilimleri dalında büyük ödül (Lutaud Ödülü) ile taltif edildi.
1998 Mayıs ayı içerisinde Şengör, Collège de France’da misafir profesör olarak bir kürsü işgal etti, burada “XIX. yüzyılda tektoniğin gelişmesine Fransız jeologlarının katkısı” konulu bir ders verdi ve 28 Mayıs 1998’de Collège de France’ın madalyasını aldı. 1999’da Londra Jeoloji Cemiyeti kendisine Bigsby Madalyası’nı tevcih etti.
2000 yılının Nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk oldu. 2004’te American Philosophical Society üyeliğine, 2006’da Rusya Federasyonu Bilimler Akademisi’ne, 2012 yılında da Leopoldina Alman Ulusal Bilimler Akademisine yabancı üye olarak seçildi.
2010 yılında Geologische Vereinigung kendisine Gustav- Steinmann Madalyasını tevcih etti. Şengör, Collège de France dışında İngiltere’de Oxford (Royal Society Araştırıcı bursuyla), ABD’de California Institute of Technology (Moore Distinguished Scholar olarak) ve Avusturya’da Salzburg Lodron-Paris Üniversitesi’nde misafir profesörlük yapmıştır.
Şengör jeolojide bilhassa yapısal jeoloji ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile ün yapmıştır. Bu konuda 16 kitap, 235 bilimsel makale, 195 tebliğ özeti ve pek çok popüler bilim makalesi, tarih ve felsefe ile ilgili de iki kitap ve 500’e yakın deneme yayınlamıştır. Şengör ayrıca pek çok uluslararası dergide editör, yardımcı editör ve yayın kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.
Şengör 1986 yılında Oya Maltepe ile evlenmiştir. Tek çocuğu olan oğlu H. C. Asım Şengör 1989 yılında dünyaya gelmiştir.
1978’de State University of New York at Albany’den jeolog olarak mezun oldu. 1979’da master,
1982’de de aynı üniversiteden doktora aldı.
1981’de İTÜ Maden Fakültesi, Genel Jeoloji Kürsüsü’ne asistan oldu.
1984 yılında Londra Jeoloji Cemiyeti’nin “Başkanlık Ödülü”nü.
1986’da TÜBİTAK’ın Bilim Ödülü’nü aldı. Aynı yıl İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda doçent oldu.
1988’de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi’nden şeref bilim doktoru (Docteur es Sciences honoriscausa) pâyesi aldı.
1990 yılında Academia Europa’ya ilk Türk üye olarak seçildi, aynı yıl Avusturya
Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991 yılında Avusturya Jeoloji Derneği şeref üyesi oldu.
1991 yılında Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülü’nü kazandı. 1992 yılında İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda profesörlüğe yükseltildi.
1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi kurucu üyesi oldu, Akademi konseyine seçildi. Aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğine seçildi.
1994 yılında Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyeliğine, Fransız ve Amerikan jeoloji dernekleri şeref üyeliğine seçildi, ayrıca kendisine Fransız Fizik Cemiyeti ve École Normale Supérieure Vakfı tarafından Rammal Madalyası verildi. Şengör 1997 yılında Fransız Bilimler Akademisi tarafından yerbilimleri dalında büyük ödül (Lutaud Ödülü) ile taltif edildi.
1998 Mayıs ayı içerisinde Şengör, Collège de France’da misafir profesör olarak bir kürsü işgal etti, burada “XIX. yüzyılda tektoniğin gelişmesine Fransız jeologlarının katkısı” konulu bir ders verdi ve 28 Mayıs 1998’de Collège de France’ın madalyasını aldı. 1999’da Londra Jeoloji Cemiyeti kendisine Bigsby Madalyası’nı tevcih etti.
2000 yılının Nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk oldu. 2004’te American Philosophical Society üyeliğine, 2006’da Rusya Federasyonu Bilimler Akademisi’ne, 2012 yılında da Leopoldina Alman Ulusal Bilimler Akademisine yabancı üye olarak seçildi.
2010 yılında Geologische Vereinigung kendisine Gustav- Steinmann Madalyasını tevcih etti. Şengör, Collège de France dışında İngiltere’de Oxford (Royal Society Araştırıcı bursuyla), ABD’de California Institute of Technology (Moore Distinguished Scholar olarak) ve Avusturya’da Salzburg Lodron-Paris Üniversitesi’nde misafir profesörlük yapmıştır.
Şengör jeolojide bilhassa yapısal jeoloji ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile ün yapmıştır. Bu konuda 16 kitap, 235 bilimsel makale, 195 tebliğ özeti ve pek çok popüler bilim makalesi, tarih ve felsefe ile ilgili de iki kitap ve 500’e yakın deneme yayınlamıştır. Şengör ayrıca pek çok uluslararası dergide editör, yardımcı editör ve yayın kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.
Şengör 1986 yılında Oya Maltepe ile evlenmiştir. Tek çocuğu olan oğlu H. C. Asım Şengör 1989 yılında dünyaya gelmiştir.
Abdulhak Şinasi Hisar
(1888) yılında İstanbul'da doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yayımlanmış ilk yazın dergilerinden olan Hazine-i Evrak'ı (1881-1882) çıkaran Mahmut Celâlettin'in oğludur. Tanzimat Edebiyatı'nın iki ünlü şairinin (Şinasi ve Abdülhak Hâmit) adları verilmiştir. Daha küçük yaşlarda bir Fransız mürebbiyeden Fransızca, komşuları olan Tevfik Fikret'ten de Türkçe dersleri almış, ilkokuldan sonra öğretimini Mekteb-i Sultanî'de (Galatasaray Lisesi'nde) tamamlamıştır (1898-1905). Daha sonra Paris'e giderek Ecole Libre des Sciences Politiques'te okumuştur (1905-1908). Meşrutiyetin ilanından sonra yurda dönmüş, uzun süre özel şirketlerde çalışmıştır (1909-1930). Daha sonra Ankara'ya giderek Balkan Birliği Cemiyeti Umumî Kâtipliği ve Dışişleri Bakanlığı Danışmanlığı görevlerinde bulunmuştur (1931-1948). Son yıllarında İstanbul'da bazı kurumların İdare meclisi üyeliklerinde bulunmuş, İstanbul'da ölmüştür (3 Mayıs1963).
Abdülhak Şinasi Hisar, Cevdet Kudret'in belirttiği üzere Meşrutiyet Döneminin Ahmet Haşim, Refik Halit, Hamdullah Suphi, Yahya Kemal, Yakup Kadri gibi şair ve yazarlarıyla aynı kuşaktan olmasına, çoğuyla okul sıralarından başlayan arkadaşlıklar kurmasına rağmen, yazmaya onlardan çok sonra başlamıştır. Önce Birinci Dünya Savaşı sonlarında bazı dergilerde şiirleriyle görünmüş ( 1918), sürekli olarak yazmaya ise Mütareke döneminde yönelmiştir. Bu dönemde Dergâh (1921), Yarın (1921) dergilerinde şiir ve eleştiri, İleri gibi gazetelerde de eleştiriler yazmıştır. Hisar, Cumhuriyet döneminde de Milliyet, Türk Yurdu gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazmayı sürdürmüş, yazarlar arasında şair ve özellikle eleştirmeci olarak tanınmıştır. Hisar, Varlık dergisinde mensur şiirler, yazın üzerinde denemeler, eski yazarlar ve geçmiş dönem hayatını anlatan anılar yayımlanmıştır (1933-1943). Bir tür hazırlık dönemi sayılabilecek bu yıllardan sonra Abdülhak Şinasi Hisar 1941 yılından itibaren kendi yolunu bulmuş, özgün yapıtlarını peşpeşe vermeye başlamıştır. Hisar, Fahim Bey ve Biz romanıyla CHP Hikâye ve Roman Armağanı'nda üçüncülük almıştır (1942).
Yapıtları
Roman:
* Fahim Bey ve Biz (1941)
* Çamlıca'daki Eniştemiz (1944)
* Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952),
Anlatı:
* Boğaziçi Mehtapları (1943)
* Boğaziçi Yalıları (1954)
* Geçmiş Zaman Köşkleri (1956),
Öteki Yapıtları:
* Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (1955-Seçilmiş mısra ve beyit antolojisi)
* Geçmiş Zaman Fıkraları (1958)
* İstanbul ve Pierre Loti (1958)
* Yahya Kemal'e Veda (1959)
* Ahmet Haşim, Şiiri ve Hayatı (1963).
Abdülhak Şinasi Hisar, Cevdet Kudret'in belirttiği üzere Meşrutiyet Döneminin Ahmet Haşim, Refik Halit, Hamdullah Suphi, Yahya Kemal, Yakup Kadri gibi şair ve yazarlarıyla aynı kuşaktan olmasına, çoğuyla okul sıralarından başlayan arkadaşlıklar kurmasına rağmen, yazmaya onlardan çok sonra başlamıştır. Önce Birinci Dünya Savaşı sonlarında bazı dergilerde şiirleriyle görünmüş ( 1918), sürekli olarak yazmaya ise Mütareke döneminde yönelmiştir. Bu dönemde Dergâh (1921), Yarın (1921) dergilerinde şiir ve eleştiri, İleri gibi gazetelerde de eleştiriler yazmıştır. Hisar, Cumhuriyet döneminde de Milliyet, Türk Yurdu gibi çeşitli gazete ve dergilerde yazmayı sürdürmüş, yazarlar arasında şair ve özellikle eleştirmeci olarak tanınmıştır. Hisar, Varlık dergisinde mensur şiirler, yazın üzerinde denemeler, eski yazarlar ve geçmiş dönem hayatını anlatan anılar yayımlanmıştır (1933-1943). Bir tür hazırlık dönemi sayılabilecek bu yıllardan sonra Abdülhak Şinasi Hisar 1941 yılından itibaren kendi yolunu bulmuş, özgün yapıtlarını peşpeşe vermeye başlamıştır. Hisar, Fahim Bey ve Biz romanıyla CHP Hikâye ve Roman Armağanı'nda üçüncülük almıştır (1942).
Yapıtları
Roman:
* Fahim Bey ve Biz (1941)
* Çamlıca'daki Eniştemiz (1944)
* Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952),
Anlatı:
* Boğaziçi Mehtapları (1943)
* Boğaziçi Yalıları (1954)
* Geçmiş Zaman Köşkleri (1956),
Öteki Yapıtları:
* Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (1955-Seçilmiş mısra ve beyit antolojisi)
* Geçmiş Zaman Fıkraları (1958)
* İstanbul ve Pierre Loti (1958)
* Yahya Kemal'e Veda (1959)
* Ahmet Haşim, Şiiri ve Hayatı (1963).
Abdullah Yüce
04 Aralık 1920 yılında İstanbul Eyüp Sultan'da doğdu. Annesi Sultan Hanım, babası Hafız İsa Efendi'dir. Çocukluğu meşakkat ve fakirlik içinde Eyüp Sultan'da geçti. Reşadiye 36. ve 37. ilkokullarında okudu. Tahsilini ortaokuldan terk etmek mecburiyetinde kaldı. 18 yaşında sanat hayatına başladı. 1942 yılında askere gitti 4 yıl askerlik yaptı. İlk mûsıkî çalışmalarını Ali Rıza Bey'le yaptı. Bu yıllarda ilk şarkısı olan "Bu Ne Sevgi Ah, Bu Ne Istırab"ı besteledi. 1946 yılında Fındıklı Salı Pazarı'nda sahne hayatına atıldı. Daha sonra 1949 yılında ilk plak çalışmasını yaptı. 50'ye yakın taş plak doldurdu. Sanat hayatı boyunca, Sadettin KAYNAK, Selahattin PINAR, Kemanî Hacı Maksut, Kadri ŞENÇALAR, İsmail ŞENÇALAR hocası udî Edip ERTEN ve Ali Rıza Bey gibi üstatlardan feyiz aldı. 3 arkadaş, "Kara Sevda" ve "Hicran Yarası" gibi çeşitli sinema film çalışmaları yaptı. Evli ve 2 çocuk babası olan Abdullah YÜCE 1995 yılının Aralık ayında vefat etti.
Abdullah Yüce, bütünüyle Kasımpaşa'daki gramofonlu bir halk meyhanesi dekorunda geçen bu Lütfi Akad filminin yanı sıra, Memduh Ün'ün Üç Arkadaş'ından, Metin Erksan'ın Hicran Yarası'ndan gelip geçti, 50'lerde ve 60'larda yalnız plak firmalarının ve tanınmış alaturka gazinoların değil, Yeşilçam'ın da aranan yıldızlarından oldu. 90'larda TV dizisi Süper Baba'da oynadığı Rasim Baba rolü, unutulmadığının ispatıydı. Fitili, 28 yaşındayken yaptığı beste ateşlemişti:
Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap
Zavallı kalbim ne kadar harap
Nasibim olsun bir yudum şarap
Sun da içeyim yârin elinden
Emekliliğinden sonra Yeniköy sırtlarındaki evinin etrafını, Zeki Müren'den Bülent Ersoy'a kadar herkesin yorumladığı bu şarkısının notalarıyla süslü bir demir parmaklıkla çevirdi. Diğer ünlü bestesi Ölürsem kabrime gelme, İbrahim Tatlıses ve Aynur başta olmak üzere pek çok sanatçı tarafından seslendirildi. Abdullah Yüce, sanat müziğinden arabeske dönen kavşağın önemli simalarından biridir. Ferdi Tayfur bütün Türkiye'ye, Ampul İbo, Beyoğlu Nevizade'ye ondan bir nefes taşımıştır. Bugün korsan kayıtları internette fırtınalar koparan Arap Şükrü, onun bıraktığı izlerin soluk bir karikatürüdür.
Abdullah Yüce, bütünüyle Kasımpaşa'daki gramofonlu bir halk meyhanesi dekorunda geçen bu Lütfi Akad filminin yanı sıra, Memduh Ün'ün Üç Arkadaş'ından, Metin Erksan'ın Hicran Yarası'ndan gelip geçti, 50'lerde ve 60'larda yalnız plak firmalarının ve tanınmış alaturka gazinoların değil, Yeşilçam'ın da aranan yıldızlarından oldu. 90'larda TV dizisi Süper Baba'da oynadığı Rasim Baba rolü, unutulmadığının ispatıydı. Fitili, 28 yaşındayken yaptığı beste ateşlemişti:
Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap
Zavallı kalbim ne kadar harap
Nasibim olsun bir yudum şarap
Sun da içeyim yârin elinden
Emekliliğinden sonra Yeniköy sırtlarındaki evinin etrafını, Zeki Müren'den Bülent Ersoy'a kadar herkesin yorumladığı bu şarkısının notalarıyla süslü bir demir parmaklıkla çevirdi. Diğer ünlü bestesi Ölürsem kabrime gelme, İbrahim Tatlıses ve Aynur başta olmak üzere pek çok sanatçı tarafından seslendirildi. Abdullah Yüce, sanat müziğinden arabeske dönen kavşağın önemli simalarından biridir. Ferdi Tayfur bütün Türkiye'ye, Ampul İbo, Beyoğlu Nevizade'ye ondan bir nefes taşımıştır. Bugün korsan kayıtları internette fırtınalar koparan Arap Şükrü, onun bıraktığı izlerin soluk bir karikatürüdür.
Abdurrahim Karakoç
7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü (Cela) köyünde dünyaya geldi. Küçük yaşlarda şiire merak sardı. Bu, aileden gelme bir merak diyebiliriz. Çünkü dedesi, babası ve kardeşleri de şairdirler.
İlk yazdığı şiirleri 2 kitap oIacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını 'Hasan'a Mektuplar' ismi altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. FEDAİ yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı. 1958 yılında buIunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi.1981 yılı Mart ayında emekli oldu.
Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey,Alperen yayınları oIarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı. 1985 yılından sonra gazetecilik yaptı. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: 'Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım'. 30 yılı aşkın bir zaman içinde kitapları baskı üstüne baskı yenilemektedir. Bilhassa 'Vur Emri' adlı kitap günümüz şairlerinin hiç birisine nasip olmayan kabulü görmüştür. 7 Haziran 2012 tarihinde Hakk'a yürüdü.
Kendi dilinden kendi tarifi...
'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 7 Nisan 1932 tarihinde dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse...'
Eserleri
Hasan'a Mektuplar (1965)
El Kulakta (1969)
Vur Emri (1973)
Kan Yazısı (1978)
Suları Islatamadım (1983)
Beşinci Mevsim (1985)
Dosta Doğru(1994)
Akıl Karaya Vurdu (1994)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Gökçekimi (2000)
Gerdanlık-I (2000)
Gerdanlık-II (2002)
Gerdanlık-III (2005)
Parmak İzi (2002)
Düşünce Yazıları, Çobandan Mektuplar(Deneme)
İlk yazdığı şiirleri 2 kitap oIacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını 'Hasan'a Mektuplar' ismi altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. FEDAİ yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı. 1958 yılında buIunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi.1981 yılı Mart ayında emekli oldu.
Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey,Alperen yayınları oIarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı. 1985 yılından sonra gazetecilik yaptı. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: 'Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım'. 30 yılı aşkın bir zaman içinde kitapları baskı üstüne baskı yenilemektedir. Bilhassa 'Vur Emri' adlı kitap günümüz şairlerinin hiç birisine nasip olmayan kabulü görmüştür. 7 Haziran 2012 tarihinde Hakk'a yürüdü.
Kendi dilinden kendi tarifi...
'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 7 Nisan 1932 tarihinde dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse...'
Eserleri
Hasan'a Mektuplar (1965)
El Kulakta (1969)
Vur Emri (1973)
Kan Yazısı (1978)
Suları Islatamadım (1983)
Beşinci Mevsim (1985)
Dosta Doğru(1994)
Akıl Karaya Vurdu (1994)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Gökçekimi (2000)
Gerdanlık-I (2000)
Gerdanlık-II (2002)
Gerdanlık-III (2005)
Parmak İzi (2002)
Düşünce Yazıları, Çobandan Mektuplar(Deneme)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)