31 Aralık 2017 Pazar

Peyami SAFA (1899 – 1961)

Peyami SAFA (1899 – 1961)

Türk edebiyatında karakterlerin psikolojik tahlillerine kapsamlı haliyle ilk kez yer veren yazarlardan biri Peyami Safa'dır. Onun bir romanını okuyup bitirdikten sonra adeta tanıdığınız bir arkadaştan, hatta bir akrabadan ayrılmış gibi hissedersiniz kendinizi. Yazdıkları konusunda son derece hassas olan Peyami Safa, "edebî değer" taşımadığını düşündüğü kitaplarını "Server Bedi" takma adıyla yazar ve onlardan söz edilmesinden pek hoşlanmazdı.

1899 İstanbul doğumlu olan ve Türk edebiyatında "psikolojik roman" türünün en yetkin temsilcilerinden biri sayılan Peyami Safa, Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğludur. Sivas'a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşındayken yetim kalmış, bu yüzden "Yetim-i Safa" (Safa'nın Yetimi) adıyla anılmıştır. 

 Babasız büyümenin acılarının yanı sıra sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" adlı romanında okurlarıyla paylaşır. 

Hastalık ve savaşın yol açtığı maddi sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, on üç yaşında hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa Lisesi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. Karton Matbaası'nda bir süre çalışan Peyami Safa, Posta - Telgraf Nezareti'ne girmiş, I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda hem öğretmiş hem de kendi çabasıyla Fransızcasını ilerletmiştir. Buradaki izlenim ve deneyimlerini Biz İnsanlar adlı eserinde aktarmıştır. 

1918 yılında ağabeyi İlhami Safa'nın isteği üzerine öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları 20. Asır adlı akşam gazetesinde Asrın Hikayeleri başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız olarak yazdığı bu hikayelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921'de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr'a geçmiştir. 

Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra roman da tefrika etmiştir.

Peyami Safa, eklem hastası genç bir delikanlının psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1931) ile büyük bir başarı kazanmıştır. Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı çatışmasını karakterlerde somutlaştırarak işlemiştir. 

 Safa bu romanlarında; ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında ve anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi fazla öne çıkarması nedeniyle eleştiriler almıştır. Romanlarında olaydan çok karakter tahliline önem veren Safa, toplumdaki ahlak çöküntüsünü, medeniyet değişiminin yol açtığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı da eserlerinde dile getirdi. 

Zıt kavramları, duygu ve düşünce tezatını ustaca işledi. II. Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa'nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi.

İlk uzun hikayesi Gençliğimiz'i 1922 yılında yayımlayan Peyami Safa para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa'nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım'ın adından uyarladığı Server Bedi takma adını kullanmış; bu adla yüzlerce eser vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları serisi ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur.

Peyami Safa, yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır.
Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş ve Batılı kaynakların bir "zalim" olarak tanıttıkları Hun hükümdarı Attila'yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır.

1960'lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs'tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum'da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve'nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, 15 Haziran 1961 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir.

Romanları:

  • Gençliğimiz (1922),
  • Şimşek (1923),
  • Sözde Kızlar (1923),
  • Mahşer (1924),
  • Bir Akşamdı (1924),
  • Süngülerin Gölgesinde (1924),
  • Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925),
  • Canan (1925),
  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930),
  • Fatih-Harbiye (1931), Attila (1931),
  • Bir Tereddüdün Romanı (1933),
  • Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949),
  • Yalnızız (1951),
  • Biz İnsanlar (1959)

Cevat Şakir KABAAĞAÇLI (Halikarnas Balıkçısı) (1890 – 1973)

Cevat Şakir KABAAĞAÇLI
(Halikarnas Balıkçısı)
(1890 – 1973)

Bir yandan yazdığı birbirinden güzel romanlarla deniz insanlarının doğayla savaşını destanlaştıran, bir yandan da Anadolu'nun antik tarihi üzerine yazdığı denemeleriyle bize yurdumuzun tarihsel değerlerini anlatan Halikarnas Balıkçısı, hâlâ hak ettiği biçimde tanınıp okunmayı bekleyen yazarlarımızdan biridir.

Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan ve özellikle Bodrum'a olan aşkı ile tanınan "Halikarnas Balıkçısı" takma adlı ünlü roman ve öykü yazarımız, tarihçi, yazar ve vezir olan babası Mehmet Şakir Paşa'nın yüksek komiserliği sırasında 1890 yılında Girit'te dünyaya geldi. Doğum yeri ve tarihi konusunda farklı kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. Annesi İsmet Hanım'dır. 

 Cevat Şakir baba tarafından "Şakirpaşa Ailesi" olarak tanınan köklü bir Osmanlı ailesine mensup olup amcası II. Abdülhamit'in sadrazamlarından Ahmet Cevat Paşa'dır. Şakirpaşa Ailesi sonraları aralarında ressam Fahrünnisa Zeyd, ressam Nejat Devrim, ressam Aliye Berger, seramik sanatçısı Füreya Koral ve tiyatro oyuncusu Şirin Devrim'in de bulunduğu birçok sanatçı yetiştirmiştir.

Çocukluğu babasının elçilik yaptığı Atina'da geçti. 1904'te Robert Kolej'i bitirdi ve yükseköğrenimini 1908'de İngiltere'de, Oxford Üniversitesi Yeni Çağlar Tarihi Bölümü'nde tamamladı. 1913'te evlendiği İtalyan eşi Aniesi ile bir süre İtalya'da yaşadı. Bu sırada resim dersleri aldı, İtalyanca ve Latince öğrendi. 1914'te babası Mehmet Şakir Paşa yaşanan büyük bir kavga sonucu Cevat Şakir'in tabancasından çıkan bir kurşunla Afyon'da ölünce Cevat Şakir on dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra, yakalandığı verem hastalığından ötürü affedilip tahliye edildi.

Halikarnas Balıkçısı 1910-1925 yılları arasında Resimli Ay ve İnci gibi dergilere yazılar yazdı; kapak resimleri, süslemeler, karikatürler çizdi. Zekeriya Sertel'in çıkardığı Resimli Hafta dergisinde Hüseyin Kenan takma adıyla yazdığı Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler? adlı öykü yüzünden Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı ve Bodrum'da üç yıl sürgün cezasına çarptırıldı (1925). Bir buçuk yıl sonra cezası affa uğrayınca bir daha İstanbul'a dönmedi ve çok sevdiği Bodrum'da kaldı.

1926'dan sonra deniz hikâyeleriyle tanındı. Konularını Ege ve Akdeniz Bölgeleri'nde geçen denizle ilgili olaylardan aldı. İçinde yaşadığı ve en küçük ayrıntısına kadar bildiği "özgür ve asi" denizle, kaderleri deniz tarafından belirlenen balıkçı, dalgıç, sünger avcısı ve gemilerin hikayesini zengin bir kelime dağarcığı ve mitoloji hazinesinden yararlanarak, denize karşı duyduğu hayranlıktan kaynaklanan şiirsel ve akıcı bir üslubla hikâye ve romanlarına aktardı.

Yazı ve düşünceleriyle Azra Erhat gibi döneminin önemli aydınlarını etkilemiş olan Halikarnas Balıkçısı çeşitli dillerden yüze yakın kitap çevirmiştir. Eserlerinin yeni baskıları hâlâ yapılagelen Halikarnas Balıkçısı'na, Kültür Bakanlığı tarafından 1971 yılında Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.

Bodrum'un antik çağdaki adı olan Halikarnassus'u takma ad olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum'da balıkçılık dahil çeşitli işlerle uğraştı. Eserlerinin büyük kısmını da Bodrum'da yazdı. İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım'la yapan Cevat Şakir'in üç evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocukları ortaöğrenim çağına gelince, o yıllarda Bodrum'da ortaokul bulunmaması nedeniyle ailesini İzmir'e nakletti. 

Yaşamını yazarlık ve turist rehberliğiyle sürdürdü, rehberlik kurslarında da ders verdi. 13 Ekim 1973'te İzmir'de kemik kanserinden vefat etti. Vasiyeti üzerine Bodrum'a gömüldü. Kabri Bodrum – Gümbet'teki Türbe Tepesi'nde manevi oğlu Şadan Gökovalı ile seçtiği yerde, Halikarnas Balıkçısı Müzesi adı altında bulunmaktadır. Bodrum bugün sahip olduğu ününü Halikarnas Balıkçısı'na da borçludur.

Romanları:

  • Aganta Burina Burinata (1945),
  • Ötelerin Çocuğu (1956),
  • Uluç Reis (1962),
  • Turgut Reis (1966),
  • Deniz Gurbetçileri (1969)

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU (1889 – 1974)

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU (1889 – 1974)

Cumhuriyet kuşağımızın ilk önemli romancılarından olan Yakup Kadri, yazdığı romanlarla bir yandan Kurtuluş Savaşı'nın başarılı olacağına dair inancını sergilerken bir yandan da asıl savaşın cephede değil gönüllerde kazanılacak savaş olacağının altını çizmiştir. Özellikle "Yaban" romanı, Anadolu insanına yüzyıllardır sırtını dönmüş olan Türk aydınına bir çağrı niteliğindedir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 27 Mart 1889 tarihinde Kahire'de dünyaya geldi. Babası Manisa'nın tanınmış Karaosmanoğlu Ailesi'ne mensup Abdülkadir Bey, annesi İkbal Hanım'dı. Babası 1833 yılında Kavalalı İbrahim Paşa'nın Manisa'yı işgali sırasında ona yakınlık göstermiş ve onun Mısır'daki konağına yerleşmişti. Abdülkadir Bey'in konak halkından İkbal Hanım ile yaptığı evlilikten dünyaya gelen ikinci çocuğu, Yakup Kadri oldu.

Ailesi, İbrahim Paşa'nın ölümü üzerine Türkiye'ye gelince ilköğrenimini Manisa'da Fevziye Mekteb-i İptidaisi'nde tamamladı.1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Şahabettin Süleyman ile arkadaşlığı bu okulda iken başladı. Çocukluk yıllarında başlayan edebiyat ilgisi, lise yıllarında daha da arttı. Babasının ölümü üzerine İzmir Lisesi'ndeki eğitimini tamamlayamadı ve 1905 yılında, annesiyle Mısır'a döndü. 

Mısır'daki Jön Türkler ile tanıştı, İzmir'e dönme isteğinden vazgeçti. Jön Türkler'in etkisiyle politikaya ilgi duymaya başladı. İskenderiye'deki bir Fransız okulunda ve İsviçre Lisesi'nde eğitim görerek iki yıl sonra ortaöğrenimini tamamladı. Bu yıllarda öğrendiği Fransızca ile Flaubert, Guy de Maupassant, Alphonse Daudet gibi ünlü Batılı yazarları okudu. 

Şerafettin Mağmumi'nin çıkardığı Türk adlı dergide Maupassant'tan yaptığı ilk çeviri öykülerini yayınladı.

Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı'nda yaşananlar Yakup Kadri'nin edebiyat anlayışını değiştirmesine neden oldu; sanatın kişisel ve muhterem olduğu düşüncesinden uzaklaştı. Toplum için sanat anlayışına yöneldi ve Milli Edebiyat akımının sade dil anlayışını benimsedi. Mondros Mütarekesi'nden sonraki günlerde İkdam gazetesinde yazılar yazan Yakup Kadri, yazılarında Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. Bir yandan da Yeni Mecmua'da Erenlerin Bağından adını verdiği nesirler yayımladı. Milli Mücadele ile ilgili hikayeler yazdı. Bu dönemdeki yazılarını daha sonra Ergenekon adıyla kitaplaştırdı (1929).

1920'de Milli Mücadele'yi izlemek için bazı arkadaşlarıyla birlikte Ankara'ya çağrıldı. Batı Cephesi'ni dolaştı ve bu seyahatinden milli duyguları güçlenmiş, geleceğe dair ümit dolu olarak İstanbul'a döndü. Gazetecilik çalışmaları devam ederken en büyük eserleri olan romanlarını yayımlamaya başladı. Kiralık Konak romanı İkdam'da tefrika edildi, daha sonra da kitap olarak basıldı. Yazarın kitap olarak basılan ilk romanı Kiralık Konak oldu. Bu, bireyci sanattan vazgeçtikten sonra yazdığı ilk romandı. Roman, Tanzimat'tan sonra değişen Osmanlı sosyal hayatını konu edinmekteydi.

1927'de Hüküm Gecesi, 1928'de Sodom ve Gomore adlı romanlarını yayımladı. Hüküm Gecesi romanında II. Meşrutiyet dönemini, Sodom ve Gomore'de ise Mütareke dönemini başarıyla yansıttı. Bir Sürgün (1937) romanında II. Abdülhamit dönemini ele alırken, iki ciltlik Panaroma (1953) romanı ise cumhuriyetin kök salma dönemleri olan 1923-1952 arasını işlemektedir. Yakup Kadri Anadolu insanını ve onun yaşayış tarzını romanlarında anarak Türk romanında ilk kez yurt insanını işleyen ve romanlarıyla onlara ulaşmaya çabalayan yazar oldu.

1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı gözlemlerinden ve Tetkik-i Mezalim Komisyonu'nda yer aldığı dönemden esinlenerek yazdığı Yaban adlı romanı o yıl Kadro dergisinde yayımlandı ve büyük yankılar uyandırdı. 1942'de CHP Roman Yarışması'nda ikincilik ödülü kazanan Yaban, Karaosmanoğlu'nun en başarılı romanı sayılır. Yaban hem Anadolu'yu ve köylüyü konu edinen ilk önemli roman olmasıyla hem de gerçekliği şiirsel bir üslupla dile getirmedeki başarısıyla Türk roman tarihinde saygın bir yere sahiptir.

Yakup Kadri, 1966 yılında seçildiği Anadolu Ajansı yönetim kurulu başkanlığını sürdürmekte iken 13 Aralık 1974'te Ankara'da tedavi görmekte olduğu Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde hayatını kaybetti ve İstanbul Beşiktaş'taki Yahya Efendi Mezarlığı'nda annesinin mezarı yanında toprağa verildi.

Romanları:

  • Kiralık Konak (1922),
  • Nur Baba (1922),
  • Hüküm Gecesi (1927),
  • Sodom ve Gomore (1928),
  • Yaban (1931),
  • Ankara (1934),
  • Bir Sürgün (1937),
  • Panaroma (2 cilt-1953),
  • Hep O Şarkı (1956)

Refik Halit KARAY (1888–1965)

Refik Halit KARAY (1888–1965)

Refik Halit Karay Türk edebiyatında ilk defa Anadolu'yu tanıtan eserleri ile ismini duyurmuş, yergi ve mizah türündeki yazıları ile de ün salmıştır. Gözleme dayanan eserlerinde, tasvirler, portreler, benzetmeler kullanarak sade, akıcı dili, güçlü tekniği ile 20. yüzyıl romancıları arasında seçkin bir yere sahip olmuştur. Türkçe'yi ustalıkla kullanan yazar, romanları, "Memleket Hikayeleri" ve "Gurbet Hikayeleri" kitapları başta olmak üzere, Türk edebiyatına birçok yapıt kazandırmıştır.

Türk edebiyatının kendine özgü kalemlerinden Refik Halit Karay 15 Mart 1888'de İstanbul'da doğdu. Mudurnu'dan İstanbul'a göçen Karakayış ailesinden Maliye Başveznedarı Mehmed Halit Bey'in oğludur. Galatasaray Sultanisi'nde (Lisesi'nde) ve Hukuk Mektebi'nde okudu. Maliye Bakanlığı'nda memur olarak çalıştı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra gazetecilik ile uğraşmaya başladı; Tercüman-ı Hakikat gazetesinde çevirmenlik ve muhabirlik yaptı. Fecr-i Ati edebiyat topluluğuna katıldı. 

Dönem yöneticilerine muhalefet eden yazıları yüzünden ilk önce Sinop'a daha sonra Çorum, Ankara ve Bilecik'e sürgün olarak gönderildi. İstanbul'a dönünce bir süre Türkçe öğretmenliği yaptı. PTT (Posta Telefon Telgraf) Genel Müdürlüğü'ne getirildi. Bu sırada Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na üye oldu ve İstiklâl Savaşı aleyhine yazdığı yazılarından ötürü vatan hainliği suçuyla "150'likler" listesine girerek Beyrut ve Halep'te sürgün hayatı yaşadı. 

İstiklal Savaşı'nın özellikle ilk dönemlerinde İstanbul'daki bazı gazeteci ve yazarlar, ülkenin içinde bulunduğu durumu tam olarak kavrayamamış ve Milli Mücadele'ye bir "iç savaş" gözüyle bakıp ondan kaçınmıştı. Birçok insan da Cumhuriyet'imizin ilk yıllarında Milli Mücadele boyunca aldıkları karşıt tavırlar yüzünden kimi haklı, kimi haksız yere vatan haini muamelesi gördü. Yazar Refik Halit Karay da sonraları "150'likler" adı verilen ve Milli Mücadele'ye karşı çıktıkları iddiasıyla ülke dışına sürülen bu insanlardan biri oldu. 15 yıllık sürgün hayatından sonra 1938'de af çıkarılmasıyla yurda dönebildi. Yeniden gazeteciliğe başladı. Aydede dergisini tekrar çıkardı.

Yazarlığa mizah öyküleriyle başlayan Refik Halit Karay, 1919'dan itibaren Türk öykücülüğünde yeni bir sayfa açtı. Sürgün olarak gittiği Anadolu'nun çeşitli kesimlerinden insanları canlandırdığı "Memleket Hikayeleri" 1919'da yayınlandı. Bu kitapla o güne kadar konuları İstanbul'la sınırlı olan öykücülüğü Anadolu'ya taşıdı. Bu yönüyle sonradan serpilip gelişen "köy edebiyatı"nın öncüleri arasına girdi. 1920'lerden sonra daha arı ve anlaşılır bir dil kullandı. 

Romancılığında iki ayrı çizgi etkindir. Yurtdışına gitmeden önce yazdığı "İstanbul'un İç Yüzü", en yetkin romanı sayılır. 1920'de yayımlanan bu romanda, birbirinden kopuk hikayeleri mozaikler halinde birleştirerek İttihat ve Terakki'nin işbaşına gelişinden I. Dünya Savaşı günlerine kadar olan İstanbul'u, bütün renk ve çizgileriyle yansıttı. Türkiye'ye dönüşünden sonra yazdığı romanlarda, daha çok bireyci, okunma kaygısı taşıyan, sanatı bir kenara bırakan ticari eserlere yöneldi. Bu romanlarda yurt gerçeklerinin yerini, Avrupa dışı ülkelerde geçen olaylar aldı.

Cumhuriyet döneminde çektiği yurt özlemi sonucu ülkesine dönme kararı alanlardan biri olan yazar Refik Halit Karay Atatürk'e yazdığı şiir ve mektuplarla zaman içinde hem kendini affettirdi hem de "150'likler" listesindekilerin affedilmesinde çok büyük rol oynadı.

18 Haziran 1965'te İstanbul'da vefat eden yazar, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Romanları:
* İstanbul'un İç yüzü (1920),
* Ay Peşinde (1922),
* Yezidin Kızı (1939),
* Çete (1940),
* Sürgün (1941),
* Anahtar (1949),
* Bu Bizim Hayatımız (1950),
* Yeraltında Dünya Var (1953),
* Dişi Örümcek (1953),
* Bugünün Saraylısı (1954),
* İkibin Yılın Sevgilisi (1954),
* İki Cisimli Kadın (1955),
* Kadınlar Tekkesi (1956),
* Karlı Dağdaki Ateş (1956),
* Dört Yapraklı Yonca (1957),
* Sonuncu Kadeh (1965),
* Yerini Seven Fidan (yayımı ölümünden sonra: 1977),
* Ekmek Elden Su Gölden (ö.s. 1980),
* Ayın On Dördü (ö.s. 1980),
* Yüzen Bahçe (ö.s. 1981)

30 Aralık 2017 Cumartesi

A. M. Celâl Şengör

24 Mart 1955’te İstanbul’da doğdu. 1973 yılında Robert Academy’yi bitirdi, 1978’de State University of New York at Albany’den jeolog olarak mezun oldu. 1979’da master, 1982’de de aynı üniversiteden doktora aldı. 1981’de İTÜ Maden Fakültesi, Genel Jeoloji kürsüsüne asistan oldu.

1984 yılında Londra Jeoloji Cemiyeti’nin “Başkanlık Ödülü”nü, 1986’da TÜBİTAK’ın Bilim Ödülü’nü aldı. Aynı yıl İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalında doçent oldu. 1988’de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi’nden şeref bilim doktoru (Docteur ès sciences honoris causa) pâyesi aldı.

1990 yılında Academia Europaea’ya ilk Türk üye olarak seçildi, aynı yıl Avusturya Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991 yılında Avusturya Jeoloji Derneği şeref üyesi oldu. 1991 yılında Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülü’nü kazandı. 1992 yılında İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda profesörlüğe yükseltildi.

1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi kurucu üyesi oldu, Akademi konseyine seçildi, aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğine seçildi. 1994 yılında Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyeliğine, Fransız ve Amerikan jeoloji dernekleri şeref üyeliğine seçildi, ayrıca kendisine Fransız Fizik Cemiyeti ve École Normale Supérieure Vakfı tarafından Rammal Madalyası verildi. Şengör 1997 yılında Fransız Bilimler Akademisi tarafından yerbilimleri dalında büyük ödül (Lutaud Ödülü) ile taltif edildi.

1998 Mayıs ayı içerisinde Şengör Collège de France’da misafir profesör olarak bir kürsü işgal etti, burada “XIX. yüzyılda tektoniğin gelişmesine Fransız jeologlarının katkısı” konulu bir ders verdi ve 28 Mayıs 1998’de Collège de France’ın madalyasını aldı. 1999’da Londra Jeoloji Cemiyeti kendisine Bigsby Madalyası’nı tevcih etti.

2000 yılının Nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk oldu.

Şengör, Collège de France dışında İngiltere’de Oxford (Royal Society Araştırıcı bursuyla), ABD’de California Institute of Technology (Moore Distinguished Scholar olarak) ve Avusturya’da Salzburg Lodron-Paris Üniversitesi’nde misafir profesörlük yapmıştır.

Şengör jeolojide bilhassa yapısal jeoloji ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile ün yapmıştır. Bu konuda 6 kitap, 175 bilimsel makale, 137 tebliğ özeti, pek çok popüler bilim makalesi, tarih ve felsefe ile ilgili de iki kitap ve 300’e yakın deneme yazısı yayınlamıştır.

Bunların 1997-1998 yılları arasında Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki “Zümrütten Akisler” köşesinde çıkmış olanları Yapı Kredi Yayınları tarafından 1999’da Zümrütnâme başlığı altında kitaplaştırılmıştır. Şengör ayrıca pek çok uluslararası dergide editör, yardımcı editör ve yayın kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.

Şengör 1986 yılında Oya Maltepe ile evlenmiştir. Tek çocuğu olan oğlu H. C. Asım Şengör 1989 yılında dünyaya gelmiştir.

A. Haluk Işındağ

8 Ocak 1950'de İstanbul'da doğdu.
Babası tıp doktoru, annesi ev hanımı.

1957-61 yıllarında, İstanbul Belediyesi Klasik Baty Müziği Konservatuarı’nın piyano bölümüne devam etti. Rana Erksan, Ferdi Statzer, ve 1961- 64 yıllarında Prof. Sommer'in öğrencisi oldu.
Orta öğrenimini İstanbul'da Avusturya Lisesinde yaptı.

Yüksek eğitimine Viyana'da devam etti. Viyana Teknik Üniversitesi Makina ve İşletme Bilimleri Fakültelerinde lisans, "Takım Tezgâhları" ve "Yatırım Planlaması" konularında da yüksek lisans çalışmalarını tamamlayarak makina yüksek mühendisi ve işletme-bilimleri uzmanı olarak 1976 yılında Türkiye'ye döndü.
Haluk Işındağ 1980 yılına kadar Türkiye'de profesyonel yöneticilik yaptı.
Çalışmalarına 1980-82 yılları arasyıda Avusturya'da devam etti.


1982-83 yıllarında TÜBİTAK ile birlikte yürüttüğü “Fındıklarda Küf ve Küf Kontaminasyonları” konulu çalışması ile Nato Bilimsel Heyeti ödülünü kazandı.
Avusturya Liseliler Vakfının kurucuları arasında yer aldy. Alev İlköğretim kurumunun oluşumunu sağladı.

Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsünde ve Deniz Harp Okulu yüksek lisans bölümünde kendi çözümü olan “Esnek Üretim Planlaması ve Lojistik” eğitimini verdi.

2004-2006 yıllarında Türkiye Yelken Federasyonu Eğitim bölümünde görev aldı. “Yelken Hakemi El Kitabı” nı derledi. “Anılı Fıkralar” isimli kitabı 2000 yılında Dünya Kitapevi tarafından yayınlandı.

T.C.Başbakanlık “Vizyon 2023” projesinde Ulaştırma ve Turizm Bölümlerinde,
9. Beş yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonunda da görevler aldı.

İTÜ Denizcilik Fakültesi Dekan Fahri Danışmanlığı, fakülte yelken kulübü başkanlığı görevlerini üstlendi.

Halen "Işın Sanayi Danışmanlığı" ve "Denizce" Internet yayımcılığının Yönetim Kurulu Başkanı olan, Üsküdar Musiki Cemiyetinde etkinliklerine devam eden, yelken hakemliği, yelken - balıkadam eğitmenliği yapan ve Türkiye Yelken Federasyonu Eğitim Kurulu Başkanlığını yürüten Haluk Işındağ evli ve iki çocuk babasıdır.

A. Hakan Soysal

Yazarın Adı: A. Hakan Soysal
Yazarın Tam Adı: Ahmet Hakan Soysal
Unvan: Romancı (Yazar), Reiki Master, Editör ve Grafiker.

29 Aralık 2017 Cuma

Aytunç Altındal

Aytunç Altındal, 12 Ocak 1945 tarihinde İstanbul Bakırköy’de 4 kardeşin en küçüğü olarak doğmuştur. Asıl ismi Aytun’dur. Altındal’ın babası Cavit Bey Beşiktaş kulübünde futbol oynamış aynı zamanda Haysiyet Divanı Başkanlığı yapmış. Annesi Fatma hanım ise ev hanımıydı.

İlkokulu İstanbul’da, ortaokulu Diyarbakır‘da 1956 yılında bitirdi. Haydarpaşa, Kabataş ve Pendik liselerinde okuyarak liseyi tamamladı. 1969-1971 seneleri arası Gurnsey Writer’s School’da, 1977 senesinden itibaren ise Fransa Sorbon Üniversitesi Fransızca Eğitim bölümünde tahsil gördü.

Aytunç Altındal, 1964 yılından başlayarak Haber, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Halkçı, Ulus, Günaydın, Yenigün gibi gazetelerde yazılar yazdı. Şiir dışında deneme ve inceleme türlerinde eserler verdi. Çeviri yaptıımlandı. Yedi kitabı yasaklandı. Fransa ve İsviçre‘de bazı yazıları yayımlandı. Şiirleri Sanat Edebiyat, Varlık, Süreç, Bilim-Sanat gibi dergilerde yayımlandı. Bazı şiirleri Amerika ve İzlanda dergilerinde yer aldı.

Aytunç Altındal 1973 yılında Partizan adlı şiir kitabı nedeniyle Orduya hakaretten, 10 yıl süren dava sonunda 7.5 yıl hapse mahkum olunca yurtdışına kaçtı. 1975 yılında İsviçre’de “Marksist Yaklaşımla Türkiye’de Kadın” adlı kitabı çıkardı. 1977’de Havass ve1984’de Süreç yayınlarını kurdu. 1983 yılında İsviçre Zürich’te “Modus Vivendi” Yayınevi ve Sanat Galerisini kurarak 10 yıl yönetti. Yine 1989 yılında Rusya’da Kültür Danışmanlığı görevini yaptı.

1992’de İngiltere Edinburg’daki International Academy For European and Christian Studies kuruluşunda Project Academic Board (Akademik Proje İdari Heyeti) üyeliğine seçildi. Aynı yıl İngitere’de yayınlanan Three Faces Of Jesus (Üç İsa) adlı kitabı dünyada yankılar uyandırdı. Daha sonra 1993’de Rusça’ya çevrildi.

1993’te International Society For The Study Of European Ideas (Uluslararası Avrupa Düşünce Çalışmaları Topluluğu) Bilimsel Kuruluna üye oldu. Aynı yıl Avusturya’nın Graz şehrindeki Karl- Franz Üniversitesi tarafından düzenlenen European Seculer Legacy (Avrupa’nın Laik Vasiyeti) adlı uluslararası konferansta Oturum ve Bölüm Başkanlığına seçildi.

1995’te merkezi New York’ta bulunan Carnagie Council On Ethics And International Affairs örgütüne davet edilen, ilk ve tek Türk Konuşmacı oldu.

1995 yılında New York‘ta Birleşmiş Milletler bağlantılı Global Forum Of Spırıtual And Parlıamentary Leaders On Human Survıal (İnsan Yaşamından Sorumlu Ruhani ve Siyasi Liderler Global Forumu’nda) Uluslararası Danışman üyesi oldu.
Ünlü Fizikçi Isaac Newton‘un bugüne kadar hiç bilinmeyen bir kitabını da yayınlayan Altındal, Uğur Mumcu‘nun “Sakıncasız” adlı eserinin de yapımcılığını üstlendi.

İsviçre’de olduğu yıllarda İsviçreli Carol hanım ile evlendi.
Aytunç Altındal, ikinci eşi ile Ayşe hanım ile evlendi ve Emine, Zeyno ve Ahmet adlı üç çocuğu vardır.
Aytunç Altındal, son olarak Naciye Selin Şenocak Altındal ile evli idi. Yonca Bayrak adında kızı vardır.
Kanser hastası olan Aytunç Altındal, 18 Kasım 2013 tarihinde 68 yaşında ölmüştür.

Yazdığı Kitapları :
  • Türkiye’de Ve Dünyada Casuslar
  • Gül Ve Haç Kardeşliği
  • Tanrı Neden Fikir Değiştirdi?
  • Üç İsa
  • Devlet ve Kimlik
  • Türkiye ve Ortodokslar
  • Bilinmeyen Hitler
  • Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler Kitabı
  • Türkiye ve Kadın
  • Dünün Belgeleri Yarının Tarihi
  • Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri
  • Yoksul Tanrı Tyanalı Apollonius
  • Vatikan Ve Papa’nın Gizli Türkiye Senaryosu

Aziz Nesin

Subayken yazmaya başladığı için asıl adı Mehmet Nusret Nesin yerine “Aziz Nesin” takma adını benimsedi. Öte yandan yazılarında Aziz Nesin yanında Ateş Sin, Ayşegül, Battal Bataner, Bedri Birdirbir, Falan, Daver Devletlü, Hakkı Haklar, 

Kerim Kihkih, Hasan Dene Gör gibi imzalar da kullandı.

İlkokulu Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi (1925), Darüşşafaka Lisesi, Vefa ve Davutpaşa Ortaokulu (1929), Çengelköy Askeri Ortaokulu’nda (1930) okudu. Kuleli Askeri Lisesi’ni (1935), Harp Okulu’nu (1937) bitirdi. Ayrıca Fen Tatbikat Okulu’nu bitirdi (1939). İstihkâm subayı oldu (l940). İki yıl İstanbul Güzel Sanatlar Akatlemisi’ne devam etti. Subaylıktan ayrıldı (1944).

Aziz Nesin edebiyata şiirle başladı (1944, Yenigün), bu dergide Vedia Nesin adıyla şiirler yayımladı. Karagöz ve Yedi gün'de redaktörlük ve Tan gazetesinde köşe yazarlığı yaptı (1945). Gazetenin kapatılması üzerine bakkallık, muhasebecilik, fotoğrafçılık, kitapçılıkla uğraştı. Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz’la birlikte Markopaşa (sonra Malumpaşa, Merhumpaşa) dergisini çıkardı. Bir yazı nedeniyle 10 ay hapis, 13 ay Bursa’ya sürgün cezası aldı (1947). 

Ayrıca Politzer’den yaptığı bir çeviri yüzünden de 16 ay hapse mahkûm edildi (1950). Hapisten sonra Akbaba , Dolmuş, Yeni Gazete (1955), Akşam (1958), Tanin (1960) Günaydın (1969), Vatan (1976-1978) gibi dergi ve gazetelerde gülmece öyküleri yayımladı. TYS’nin iki dönem (1977-1980), (1985-1988), genel başkanlığını yaptı. 1984’te askeri yönetime karşı sivil bir girişim olarak “Aydınlar Dilekçesi”nin hazırlanmasını sağladı. Daha sonra Demokrasi Kurultayı düzenledi, Demokrasiyi İzleme Komitesi’nin oluşması için çalıştı. Kurucularından olduğu Aydınlık gazetesinde yazmaya (1993) başladı.

1993 temmuzunda Sivas Madımak Oteli’nde 34 aydının yakıldığı “Sivas Toplukıyımı”ndan kılpayı kurtuldu. Ancak iki yıl sonra bir imza günü sonrası Çeşme’de kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

Aziz Nesin, Kemal Tahir’le birlikte nedeni belli olmayan bir biçimde yanan Düşün Yayınevi’ni kurdu (1956). 1972’de Nesin Vakfı’nı kurdu. Türkiye’de ve başka ülkelerde yayımlanacak kitaplarının, oynanacak oyunlarının her türlü telif haklarını bu vakfa bıraktı. Bu vakfın amacı “her yıl alınacak dört kimsesiz ve yoksul çocuğu, ilkokuldan başlatarak yüksek okulu, meslek okulunu bitirinceye, ya da bir meslek edininceye dek, her türlü gereksinimlerini sağlayarak barındırmak, yetiştirmek” oldu. İlki 1976’da çıkan birkaç yıl yayımlanabilen Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı’’nı yayımladı.

Dünyaca tanınan güçlü bir gülmece yazarı oldu. 120’nin üzerinde kitap yazdı. Ölümünden sonra yazdığı ama yayımlamadığı eserleri oğlu Ali Nesin tarafından yayımlanıyor.

Aziz Nesin, çağdaş Türk gülmece edebiyatının kurucusu; öykücü, romancı, şair, gazeteci, köşe yazarı, oyun yazarı, yayımcı, eğitimci, senaristtir.
Tüm yaşamı yazı masasıyla matbaalar arasında geçen, toplumcu düşünceyi kitaplardan çok yaşamın acı deneylerinden öğrenen, bu acı deneyleri okurlarını güldürerek paylaşan, onları düşündüren yazardır. Aynı zamanda “gülümseten öfke”dir.

Demirtaş Ceyhun’un da bir kitabına verdiği adla “Çağımızın Nasrettin Hocası Aziz Nesin”dir. Aziz Nesin “Ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum” der. Bu, ömrü baskı, acı ve çileyle geçen yazarın simgesel anlatımıdır. O, yazı hayatına şiirle başlasa da onun dünyaca tanınan en büyük yönü gülmece yazarlığıdır.

Zekeriya Sertel onun BabIâli’ye gelişini şöyle anlatır: “Aziz Nesin, BabIâli’ye, savaşın son yıllarında gelmişti. İlk başvurduğu yer. Yedi gün dergisiydi. Bu derginin sahibi Sedat Simavi, benim çok yakın dostumdu. Bir gün bana bu yeni kabiliyetten söz açtı ve onu Babıâli’de eşi görülmemiş, değerli bir yazar olarak vasıflandırdı. Yedigün Aziz Nesin’e dar geliyordu.” Dar gelir, çünkü uzun yaşamak ve çok ürün ortaya koymak ister: “Belki de ben bu öyküleri yazabileyim diye bunca uzun yaşadım, salt bu öyküleri değil, bu romanları, bu oyunları, bu şiirleri yazabilmek için ve dünyayı karıştırıp düzeltmek ve güzelleştirmek umudu için...” 1945’lerden bu yana gülmece yazıları toplumumuzun her kesimine dalga dalga yayılan bir etkiye sahip oldu.

Eserlerinden anlattığı kişiler, yergiye elverişli tiplerdir. Bu gülmecenin son derece abartma götüren bir başka yanıyla birleşince, en çok okunan eserler ortaya çıktı. İşte bu yönleriyle Aziz Nesin, edebiyatımızın en çok yazan, en çok okunan yazarlarının başında gelir.

Aziz Nesin gülmece anlayışını da şöyle açıklar: “Benim gülmecem, 1. Geleneksel Türk halk gülmecesinden kaynaklanır, 2. Toplumun sorunlarından esinlenir, 3. Çağdaş dünya insanlarının sorunlarını anlatır. Kısacası yaptığım, halk gülmecesidir.”

Halk gülmecesini de şöyle açıklar: “Bir işe yarayan, bir işlevi olan gülmece.” İşlevse, “İnsanları güldürme yoluyla düşündürmeye yarar. Demek bana göre gülmece bir araç, düşünmek amaçtır. Gülmecelerimle, okurlarıma şunu düşündürmek istiyorum: Yaşadığımız toplum ve bu toplumsal yapı adaletli değildir ve içinde bulunduğumuz koşullar da güzel değildir. Adaletsizliklerden, çirkinliklerden kurtulmak için, başta kendimiz olmak üzere, çevremizi, toplumumuzu, dünyamızı değiştirme özlem ve isteği yaratmak.” (Yetmiş Beşinci Yaşında Aziz Nesin, haz. Alpay Kabacalı, Tüyap 1990).

Bunun için de ne yaşarsa, onu yazar. Yaşamında boyun eğmeyen yanı eserlerine de yansır. Yazarlık serüveni eserlerinin içeriğiyle örtüşerek, onu evrenselliğe taşır. Aslında eserlerindeki gülmece öğesi olayın kendindedir. O nedenle de halk nerede komik bir olayla karşılaşsa, “Tam Aziz Nesin'lik olay” der.

Aziz Nesin'in Eserleri
Öykü:

  • Geriye Kalan (1948),
  • İt Kuyruğu (1955),
  • Yedek Parça (1955),
  • Fil Hamdi (1955),
  • Damda Deli Var (1956),
  • Koltuk (1957),
  • Kazan Töreni (1957),
  • Toros Canavarı (1957),
  • Deliler Boşandı (1957),
  • Mahallenin Kısmeti (1957),
  • Ölmüş Eşek (1957),
  • Hangi Parti Kazanacak (1957),
  • Havadan Sudan (1958),
  • Bay Düdük (1958),
  • Nazik Alet (1958),
  • Gıdıgıdı (1959),
  • Aferin (1959),
  • Kördöğüşü (1959),
  • Mahmul ile Nigâr (1959),
  • Gözüne Gözlük (1960),
  • Ah Biz Eşekler (1960),
  • Yüz Liraya Bir Deli (1961),
  • Bir Koltuk Nasıl Devrilir (1971),
  • Biz Adam Olmayız (1972),
  • Sosyalizm Geliyor Savulun (1965),
  • İhtilâli Nasıl Yaptık (1965),
  • Rıfat Bey Neden Kaşınıyor (1965),
  • Yeşil Renkli Namus Gazı (1965),
  • Bülbül Yuvası Evler (1968),
  • Vatan Sağolsun (1968),
  • Yaşasın Memleket (1969),
  • Büyük Grev (1978),
  • El ayvan Deyip Geçme (1980),
  • 70 Yaşım Merhaba (1984),
  • Kalpazanlık Bile Yapılamıyor (1984),
  • Maçinli Kız İçin Ev (1987),
  • Nah Kalkınırsın (1988).
  • Borçlu Olduklarımız
  • Gerçeğin Masalı
  • İstanbul'un Halleri
  • Memleketin Birinde
  • Şimdi Avrupa
Roman:
  • Kadın Olan Erkek (1955),
  • Gol Kralı Sait Hopsait (1957);
  • Erkek Sabahat (1957),
  • Saçkıran (1959),
  • Zübük (1961),
  • Şimdiki Çocuklar Harika (1967),
  • Tatlı Betüş (1974),
  • Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977) ,
  • Surnâme (1976),
  • Tek Yol (1978). 
Anı
  • Bir Sürgünün Hâtıraları (1957) ,
  • Böyle Gelmiş Böyle Gitmez (1. bölüm 1966, 2. bölüm 1976),
  • Poliste (1967),
  • Yokuşun Başı (1982),
  • Salkım Salkım Asılacak Adamlar (1987),
  • Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990).
  • Masal:
  • Memleketin Birinde (1953)
  • Hoptirinam (1960)
  • Uyusana Tosunum (1971)
  • Aziz Dededen Masallar
Taşlama:


  • Azizname (1970)


Fıkra:
  • Nutuk Makinası (1958)
  • Az Gittik Uz Gittik (1959)
  • Merhaba (1971)
  • Suçlanan ve Aklanan Yazılar (1982)
  • Ah Biz Ödlek Aydınlar (1985)
  • Korkudan Korkmak (1988)
Gezi:
  • Duyduk Duymadık Demeyin (1976)
  • Dünya Kazan Ben Kepçe (1977)
Oyun:
  • Biraz Gelir misiniz (1958)
  • Bir Şey Yap Met (1959)
  • Toros Canavarı (1963)
  • Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı (1968)
  • Çiçu (1970)
  • Tut Elimden Rovni (1970)
  • Hadi Öldürsene Canikom (1970)
  • Beş Kısa Oyun (1979)
  • Bütün Oyunları (Adam Yayınları)(1982)
Şiir:
  • Sondan Başa (1984)
  • Seviye On Ölüme Beş Kala (1986)
  • Kendini Yakalamak (1988)
  • Hoşçakalın (1990).
Mektup:
  • Aziz Nesin-Tahsin Saraç Mektuplaşmaları (ö.s. 1995)
  • Aziz Nesin-Ali Nesin Mektuplaşmaları, Canım Oğlum, Canım Babacığım, (2 cilt, Adam Yayınları, ö.s. 2002)
Konuşma:
  • İnsanlar Konuşa Konuşa (1988)
  • Çuvala Doldurulmuş Kediler (1995)
Antoloji:
  • Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı (1973),
Deneme:
  • Sivas Acısı (1995)
  • Çuvala Doldurulmuş Kediler (1995)
  • Sizi Memlekette Eşek Yok mu? (1995)
  • Okuduğum Kitaplar (2001)
Diğer:
  • Böyle Gelmiş Böyle Gitmez III-Yokuşun Başı, Özyaşamöyküsü insanlar (ö.s. 1995),
  • Mum Hala I, Günce (ö.s. 1995),
  • Bir Takım Azizlikler, Oyun (ö.s. senaryo: Genco Erkal, 1997),
  • Yurtiçinde ve yurtdışında aldığı ödüller, plaketler:
  • Devrek Baston ve Kültür Festivali Plaketi; 1956,
  • Altın Palmiye, birincilik (İtalya); 1957,
  • Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’den bir ödül;1958,
  • İtalya’da yapılan Salon Gülmece Yarışmasında gümüş kupa (kendisinden habersiz sokulmuş yarışmaya);1959,
  • Gazeteciler Cemiyeti Fıkra Ödülü, birincilik; 1966,
  • Altın Kirpi, birincilik (Bulgaristan); 1968,
  • Karacan Karagöz Oyunları Yarışması, birincilik; 1969,
  • Altın Krokodil, birincilik (Moskova); 1970,
  • TDK Oyun Ödülü; 1975,
  • Lotüs Ödülü (Asya-Afrika Yazarlar Birliği); 1977,
  • Basın Şeref Kartı; 1984.
  • TYS davası arkadaşları 70. yaş armağanı; 1984,
  • Erkekçe başarı ödülü, Tülsüyü Sevmek öykü dalında en başarılı eser; 1986,
  • Tüyap Halkın Seçtiği Yılın Yazarı Ödülü; 1989,
  • Beyoğlu Güzelleştirme ve Koruma Demeği Ödülü; 1989,
  • Karşıyaka Belediyesi, Dünya İnsan Hakları Günü Plaketi. 1989,
  • Bilgisayar Çocuk Kulübü; 1990,
  • Tolstoy Altın Ödülü;1990,
  • Viyana Tiyatro Ödülü; 1991,
  • Rüştü Koray Armağanı; 1991,
  • Fransa devletinin verdiği Şövalyelik nişanı.1991,
  • Mülkiyeliler Birliği Demokrasi Ödülü; 1991,
  • KETSAV ödülü. 1992,
  • Babaeski Tarım Festivali plaketi;1992,
  • Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü ve altın madalyası; 1992,
  • Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü; 1992,
  • Karşıyaka Belediyesi İnsan Hakları Ödülü; 1992,
  • Gazeteciler Cemiyeti, Şükran Madalyası; 1992-1993,
  • Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Onur Ödülü; 1993,
  • Carl Von Ossietzky Ödülü; 1993,
  • Dionysos Şiir Ödülü; 1994,
  • CPJ International Press Freedom Award (ABD); 1994,
  • Tüyap, I. Ankara kitap fuarına katkılarından dolayı plaket; 1994,
  • İnsan Hakları ödülü; 1994,
  • 26. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Tiyatrosu, Sanat İnsanları-1 Aziz Nesin, Başarı Ödülü; 1995,
  • Orhan Apaydın Demokrasi ve Barış Ödülü; 1995,
  • Hiroşima Vakfı Ödülü.
Kaynakça:Hikmet Altınkaynak, Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler

A. Cem Ersever

1950 Erzurum doğumlu. Kerkük Türkleri’ndendir. Resmi adı İstihbarat Grup Komutanlığı olan, halk arasında Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele adıyla anılan biriminin kurucusu ve komutanı olan Jandarma subayı.

Ersever, Güneydoğu Anadolu’da PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almış, silahlı çatışmalara bizzat katılmış, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK’ya yardım ve yataklık eden kişi ve guruplarla iritbat kurmuş, bunları tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüştür.

Ersever ile Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu arasındaki ilişki olduğu ve Ersever’in Velioğlu’ndan çok iyi istihbarat aldığı, avukatı Emin Emir (MHP’nin eski lideri Alparslan Türkeş’in de avukatı) tarafından ifade edilmiştir. 

Özellikle 1989-1990 yıllarında bu ikilinin çok sık görüştüğünden bahseden bahseden Emir, Ersever’in o dönem ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesiyle hareket ettiğini ve ayrıca Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğuna dair Ersever’den herhangi bir şey duymadığını da belirtmiştir.

Ersever, Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a yaptığı açıklamalarda, Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhuller ile ilgili bilgiler verdi.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis‘in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünden bir ay kadar sonra, binbaşı rütbesindeyken, 17 Mart 1993’de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti. 

İstifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyor ve yaşanan gerçekleri ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklıyordu.

Bu arada PKK ile psikolojik mücadele yöntemi olarak Ahmet Aydın takma adıyla “Üçgendeki Tezgah” ve “APO-PKK-Kürtler” isimli kitapları yazmış, ancak geçim sıkıntısı içine düşmüştü. İşadamı Alparslan Ertuğ ile ilişki içindeydi ve eğer kendisine birşey olursa Güneydoğu’dan tanıdığı Hanefi Avcı‘ya haber vermesini istemişti.

Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıklarıyla ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993’te Ankara’ya gitti ve bir daha kendisinden haber alınamadı.

1 Kasım’da Ankara Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un, 2 Kasım’da Ankara Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993’de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulundu. Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öldürdüğü bir sır olarak kaldı.

28 Aralık 2017 Perşembe

İlber Ortaylı

Yaşamı1947 yılında Bregenz'de Kırım Tatarı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 2 ya?ındayken ailesiyle birlikte Türkiye'ye göç etti. İlk ve orta öğrenimini İstanbul Avusturya Lisesi'nde tamamladı. 1965 yılında Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun oldu.

Akademik Kariyeri
1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni ve Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin tarih bölümünü bitirdi. Viyana Üniversitesi Slavistik ve Orientalistik Bölümü'nde öğrenim gördü.Yüksek lisans çalışmasını Chicago Üniversitesi'nde Prof. Dr. Halil İnalcık ile yaptı. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Tanzimat Sonrası Mahallî İdareler adlı tezi ile 1974 yılında doktor, Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfûzu adlı çalışmasıyla 1979'da doçent oldu. 1982 yılında devletin akademik politikalarına tepki olarak görevinden istifa etti. Bu dönemde Viyana, Berlin, Paris,Princeton, Moskova, Roma, Münih, Strazburg, Yanya, Sofya, Kiel, Cambridge, Oxford ve Tunusüniversitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı, buralarda seminerler ve konferanslar verdi. 1989'da Türkiye'ye dönerek profesör oldu ve 1989-2002 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Yerli ve yabancı bilimsel dergilerde 16. ile 19. yüzyıllar arası Osmanlı tarihi ve Rus tarihi ile ilgili makaleleri yayınlandı. 2002 yılında Galatasaray Üniversitesi'ne, iki yıl sonra ise Bilkent Üniversitesi'ne konuk öğretim üyesi olarak geçti. Şu anda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Türk Hukuk Tarihi derslerini vermektedir.Galatasaray Üniversitesi Senato üyesidir. Ayrıca İlke Eğitim ve Sağlık Vakfı Kapadokya Meslek Yüksekokulu Mütevelli Heyeti üyesidir.


Özel Yaşamı1981 yılında Mersin eski Senatörü Dr. Talip Özdolay'ın kızı Ayşe Özdolay ile evlendi ve bu evlilikten Tuna adında bir kızı oldu. Daha sonra 1999 yılında eşinden boşandı.

Ortaylı, bilgisayar ve internet kullanmayı sevmemektedir. Herhangi bir sosyal medya sitesinde adına açılmış hesapların hiçbiri kendisinin değildir.[8] İlber Ortaylı'nın ayrıca çocukluğundan beri büyük bir tutku ve özenle biriktirdiği minyatür otomobillerden oluşan büyük bir koleksiyonu vardır.

Eserleri
* Tanzimat'tan Sonra Mahalli İdareler (1974)
* Türkiye'de Belediyeciliğin Evrimi (İlhan Tekeli ile birlikte, 1978)
* Türkiye İdare Tarihi (1979)
* Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu (1980)
* Gelenekten Geleceğe (1982)
* İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (1983)
* Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Yerel Yönetim Geleneği (1985)
* İstanbul'dan Sayfalar (1986)
* Studies on Ottoman Transformation (1994)
* Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti'nde Kadı (1994)
* Türkiye İdare Tarihine Giriş (1996)
* Osmanlı Aile Yapısı (2000)
* Tarihin Sınırlarına Yolculuk (2001)
* Osmanlı İmparatorluğu'nda İktisadi ve Sosyal Değişim (2001)
* Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiyesi'ne (Taha Akyol ile birlikte, 2002)
* Osmanlı Barışı (2004)
* Barış Köprüleri Dünyaya Açılan Türk Okulları (2005)
* Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek-1 (2006)
* Kırk Ambar Sohbetleri (2006)
* Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek-2 (2006)
* Eski Dünya Seyahatnamesi (2007)
* Avrupa ve Biz (2007)
* Batılılaşma Yolunda (2007)
* Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek-3 (2007)
* Mekân ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı (2007)
* Tarihimiz ve Biz (2008)
* Tarihin İzinde (2008)
* Tarihin Işığında (2009)
* Türkiye'nin Yakın Tarihi (2010)
* Defterimden Portreler (2011)
* Tarihin Gölgesinde (Taha Akyol ile birlikte) (2011)
* Yakın Tarihin Gerçekleri, Timaş Yayınları (2012)
* Cumhuriyetin İlk Yüzyılı 1923-2023, Timaş Yayınları (2012)
* İlber Ortaylı Seyahatnamesi, Timaş Yayınları (2013)
* İmparatorluğun Son Nefesi, Timaş Yayınları (2014)

Hilmi Yavuz

Hilmi Yavuz, 1936, İstanbul duyumlu. İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. 1952-1957 yılları arasında Vatan gazetesinde muhabir olarak; 1962-1964 yılları arasında da Cumhuriyet gazetesinde dış haberler sekreteri olarak çalıştı, 1960 yılında Pulliam Bursu ile A.B.D’ye giderek Indianapolis’te, İndianapolis Star ve Indianapolis News gazetelerinde görev yaptı.

İngiltere’de BBC Radyosu Türkçe Bülümünde çalıştığı yıllarda (1964-1969) Londra Üniversitesi’ne bağlı Univeresity College Felsefe Bölümü’nde yüksek öğrenimini tamamladı. Dönüşünde Cumhuriyet gazetesinde (bir kısmı Ali Hikmet imzasıyla), Milliyet gazetesinde kitap eleştirileri, inceltmeler, Yeni Ortam gazetesinde de köşe yazıları yazdı. Uzun yıllar Mimar Sinan ve Boğaziçi Üniversitelerinde Uygarlık Tarihi ve Felsefe okuttu; Ercan Arıklı ve İsmail Cem in yayımladıkları Politika gazetesinin sanat sayfasında köşe yazıları yayımlandı.
Mimar Sinan Üniversitesindeki öğretim görevinden emekli oldu (2001), Halen Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde, öğretim üyesi (senior lecturer) olarak görev yapmakta ve Zaman gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır: İki oğlu (Ali Hikmet ve Ömer Emre) ve bir de torunu (Mercan) vardır. Şiire başlayışı. lise yıllarında Dönüm dergisindedir.


İlk kitabı, ‘bakış kuşu’ (1969) idi. Onu, ‘bedreddin üzerine şiirler’ (1975). ‘doğu şiirleri’ (1978), Jyaz şiirleri’ (1981), ‘gizemli şiirler’ (1984), zaman şiirleri1 (1987), ‘söylen şiirleri” (1989), ‘ayna şiirleri1 (1992), ‘çöl şiirleri’ (1996). ‘akşam şiirlerleri (1998), ‘yolculuk şiirleri’ (2001). ‘hurufi şiirler’ (2004) ve ‘kayboluş şiirleri1 (2007) izledi, Son beş kitabı dışında “toplu şiirlerini ‘gülün ustası yoktur1 (toplu şiirler 1) ve ‘erguvan sözler’de (toplu şiirler 2) (1989) derledi, “kaybolup şiirleri’ dışında tüm ‘toplu şiirler’inin yeni basımı ise, 2006 yılında, ‘büyü’sün yaz!’ adıyla yapıldı, Deneme ve incelemelerinden bir bölümü ‘Felsefe ve Ulusal Kültür’ (1975), ‘Roman Kavramı ve Türk Romanı’ (1977), ‘Kültür Üzerine” (1987), ‘Yazın Üzerine’ (1987), ‘Denemeler Karşı Denemeler1’ (1988). ‘Dilin Dili’ (1991), ‘İstanbul Yazıları” (1991), ‘Okuma Notları’ (1992) . ‘istanbul’u Dinliyorum’ (1992), ‘Geçmiş Yaz Defterleri” (1998), ‘İnsanlar, Mekânlar, Yolculuklar’ (1999), ‘Özel Hayattan Küreselleşmeye’ (2000), ‘Budalalığın Keşfi (2002) .’Kara Güneş (2003), ‘Sözün Gücü’ (2003), ‘Bulanık Defterler’ (2005), ‘Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar (2005), ‘Biz Bu Dünyadan Değil miydik?1 (2006) ve ‘Yüzler ve izler’ (2006) adlı yapıtlarndadır, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (ve daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde) 25 yıl boyunca verdiği ‘Uygarlık Tarihi’ derslerini (Burcu Pelvanoğlu ile birlikte) ‘Batı Uygarlığı Tarihine Teorik Bir Giriş’te (2008) topladı. Üç de anlatı yazdı: Taormina’ (1990), ‘Fehmi K’nın Acayip Serüvenleri’ (1991) ve ‘Kuyu’ (1994), ‘doğu şiirleri’ ile 1978 Yeditepe Şiir Armağanını, ‘zzman şiirleri’ ile de 1987 Sedat Simavi Büyük Edebiyat Ödülünü kazandı. Ceviz Sandıktaki Anılar’da (2001), ilk gençlik yıllarına ilişkin anılarını derledi. Nobel Edebiyat Ödüllü Şili’li şair Pablo Neruda’nın 100,  doğum yıldönümü dolayısıyla, Neruda’nın şiirlerini Türkçe’ye çevirdiği için kendisine 2004 yılında Şili Cumhurbaşkanlığının özel Şeref Madalyası verildi.

Hamiyet Yüceses

Yüceses, Hamiyet (1916-1996) Sesinin kudretiyle ve özel repertuarıyla bir döneme damgasını vurmuş Türk sanat müziği şarkıcısı. Soyadı kanunu çıktığında aile büyükleri hayattaydı, ama sesine çok yakışan bu soyadını, hocaları Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak'ın önerisiyle, 18 yaşındaki genç Hamiyet aldı. Gazino sahnelerinde yıllardır ailesini geçindiren bizzat kendisiydi, dolayısıyla evin reisi de.

Musikinin dört büyükleri arasında Perihan Altındağ ve Hamiyet Yüceses hanım hanımcık yanlarıyla, Müzeyyen Senar ve Safiye Ayla'dan kalın çizgilerle ayrılır. Perihan Altındağ, hanımefendiliğini yumuşacık bir sesle tamamlarken, Hamiyet Yüceses coşkulu, akıcı, keskin, hoyratça bir tavrı dışavurur. Müzeyyen Senar kadar efevari, apaş olmasa da, Sadun Aksüt'ün tabiriyle "avami" bir okuyuşu vardır. Büyük kitleleri ona bağlayan da bu hoş çelişkidir. 

Güftesi Baki Süha Ediboğlu'na, bestesi Refik Fersan'a ait segâh eseri yorumlarken, kendini halktan bir garibanın yerine koyar gibidir:
Herkes gitti yalnız kaldım meyhanede
Gözyaşlarımı içtim son peymanede
Bu kalp durdu dün gece virânhanede


Çocuk yaşında sabah akşam Hafız Burhan'ı ve onun Makber'ini dinleyen birinden de bu beklenir.

İstanbullu Hamiyet, ilk sahne tecrübesini 11 yaşında Balıkesir-Burhaniye'de yaşar, 16 yaşında İstanbul'a dönüp Londra Birahanesi'nde okumaya başladığında, Anadolu şehirlerinde kendini çoktan yetiştirmiş, özellikle Antep'te pişmiştir. Devrin bütün gazinoları ona 60'lı, 70'li yıllara kadar kucak açar. 1968'de, Mevlana'yla ilgili Necip Mirkelamoğlu'nun hüseyni eseri Bezm-i meyde dün gece pervane gibi döndüm'ü gazino sahnesinde, uygun bir mizansenle seslendirmek istediğinde, Türk sağının ünlü Mevlevi kalemi Refi Cevat Ulunay'ın tepkisini çeker: "700 sene bu memleketin ilmine, irfanına, felsefesine, edebiyatına, musikisine hizmet eden Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, İstanbul'un bir salaş meyhanesinde nasıl istismar edilir?" Yüceses'in cevabı nettir: "Biz gazinoda Mevlânâ ayini tertip etmiyoruz. İçkisiz bir müzikholde Mevlânâ aşkına yazılmış bir şarkıyı adabı ve erkânı ile okumaya hazırlanıyoruz".


Hamiyet Yüceses deyince akla gazelli şarkılar gelir. İçki kültürüne de göz kırpan bu serbest form, musiki âleminin muhafazakârlarınca hiçbir zaman el üstünde tutulmamıştır. Hamiyet Yüceses, bu tercihi ve ısrarı yüzünden 50'li yıllarda İstanbul Radyosu'ndan uzaklaştırılınca, Radyoevi'ne "Türk musikisinin operası olan gazel nasıl yasaklanır" diye isyan eden telgraflar çekilmiş, hayranları arasında radyosunu mühürleyenlere, hatta yakanlara rastlanmıştır. O devirde gramofon olan her evin, her kahvenin, her meyhanenin baş köşesinde iki gazelli plak bulunmaktadır: Hamiyet'in sesinden Makber ve Bakmıyor çeşm-i siyah feryade. 80 yaşında hayatını yitirdiğinde, vasiyeti üzerine, mezarı başında, 50'li yıllarda kaydettiği Bir bakışta âşık oldum gözlerine ey peri gazeli çalınır. 

Doğan Yurdakul

1946’da Aydın, Bozdoğan’da doğdu. İlkokulu baba memleketi olan Sivas’ta, Çifte Minareli Numune İlkokulu’nda okudu. Orta ve lise öğrenimini Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Paris Sorbonne ve Vincennes Üniversitelerinde doktora çalışması yaptı. Cenevre Üniversitesi’nde Fransız Dili ve Uygarlığı eğitimi gördü.

Gazeteciliğe 1963 yılında Yenigün gazetesinde başladı; Ulus gazetesi, Kim dergisi, Yön ve Devrim dergileriyle devam etti. 12 Mart döneminde Mamak Askeri Cezaevi’nde iki yıla yakın tutuklu kaldı. 1974 yılında afla çıktıktan sonra Vatan gazetesinde çalıştı, Aydınlık gazetesinde köşe yazarlığı ve Ankara temsilciliği yaptı.

12 Eylül askeri darbesinde Aydınlık kapatılınca Yankı dergisine yazıişleri müdürü oldu. Yazdığı yazılar nedeniyle hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkınca yurtdışına çıktı; Brüksel, Paris ve Cenevre’de çeşitli işlerde çalıştı. Türk Ceza Kanunu’nun komünizm propagandasını cezalandıran 142. maddesi kaldırılınca hakkında verilmiş 220 yıllık hapis cezası düştü ve 1991’de yurda döndü.

Evrensel gazetesi Ankara temsilciliği, Siyah Beyaz gazetesi genel yayın yönetmenliği, Günaydın gazetesi Ankara haber müdürlüğü yaptı. 1997 yılında “32. Gün” programı Ankara temsilcisiyken kitap yazmak üzere kendi isteğiyle emekli oldu. 2008 yılından beri yaptığı Odatv yayın koordinatörlüğü sırasında 6 Mart 2011 tarihinde tutuklandı. Bir yıla yakın Silivri Cezaevi’nde tutuklu kaldıktan sonra 23 Şubat 2012 de tahliye edilen Doğan Yurdakul duldur ve bir kızı vardır.

Yayımlanmış diğer kitapları arasında Reis (Soner Yalçın ile birlikte), Bay Pipo (Soner Yalçın ile birlikte), Çetele (Cengiz Erdinç ile birlikte), Sırların Kavşağında ve Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük sayılabilir.

Ayrıca Fransızcadan Türkçeye çevirdiği 6 kitap bulunmaktadır.

Can Yücel

Yücel, Can (1926-1999) Şiiri ve gerçek bir derviş olarak sürdürdüğü dopdolu yaşamıyla kendine has bir yer edinmiş büyük şair; büyük rakıcı; nam-ı diğer Can Baba. Halk deyişlerinden, argodan, tiyatro, müzik ve resim başta olmak üzere antik ve modern sanatların neredeyse bütün kollarından yararlanarak kurduğu şiir diliyle tanınmıştır. Can Yücel için yaşam, "canlı, materyalist, diyalektik, imgesel ve şaşırtıcıdır." Sık sık andığı Terentius'un ünlü sözü, onu evrensel kültür ve komünist hümanizma ile bütünleştiren şiirinin de eksenidir: "İnsana özgü olan hiçbir şey bana yabancı değildir."

Bir söyleşisinde kendisini "Dionysos kavmindenim, yani yaşama sevinci veren bir Anadoluluyum" sözleriyle tanımlar. Can Yücel'e ilişkin yazıların birçoğu "Can Baba'yla bir gün içerken" diye başlar. Bu da onun şiiri kadar sofrasının da şenlikli, canlı, öğretici, seviyeli ve sevgili olmasından kaynaklanır. Rakı sofrası onun şiirinin arka planı gibidir. 

Sözgelimi Sevgi Duvarı'nda sarhoşluğu şöyle dillendirir:
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi.


İçki içmek onun yaşam biçiminin vazgeçilmez bir parçasıdır. "İçim rakı dışım su" demiştir. Mütevazı sofrasında daima dostları vardır ve daima sanat ve politika... Herhangi bir çöküntüyü yeniden üretmek için içtiği görülmemiştir. Tam tersine dünyanın ve edebiyatın bütün meselelerini incelikle, alayla, enine boyuna konuşmak ve şiir süzmek işi olmuştur. Dünyadır onun rakı sofrası.

Can Yücel'i dinleyen pek çok insan, konuşmasındaki yavaşlığı, boğukluğu ve aksaklığı şairin çok içki içmesiyle ilişkilendirmiştir. Bu yanılsamadır. Can Yücel gençliğinde tiyatro eğitimi almış ve BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yapmış biri olarak mikrofonik bir sese ve konuşma biçimine sahipti. Konuşmasındaki aksaklığa neden olan, şairin gırtlağında büyüyen kanserli bir ur kütlesidir.
İlk şiirlerini topladığı Yazma'dan sonra yaptığı çeviriler nedeniyle 15 yıl hapse mahkûm edilmiştir. "Hapislik hem siyasidir, hem de şiirseldir. Ama bütün iş siyasette de şiirde de ne yapacağına bağlıdır" der. Hapishaneden Bir Siyasinin Şiirleri adlı eseriyle çıkar. Mizah ve muhalefet, imge ve dram, düşsellik ve gerçeklik, eleştiri ve iyimserlik, küfür ve zarafet onun şiirinin hamurunu oluşturur.

Türkiye'nin, nükte ve ironi kültürünün zarif, görgülü bir ustasıdır. Ve bütün nüktedanlar gibi başı hep beladadır. Örneğin yaşlılık günlerinde yargı önüne çıkarılma gerekçelerinden biri, bir konuşmasında devrin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e "hakaret etmesidir."

Can Yücel söz konusu olduğunda –pek çok politikacı da dahil– herkes bir ortak noktada birleşir: Şair gibi yaşayan, dünyaya şiir gözüyle bakan, şiirle içen bir insandır.

Aydın Boysan

Aydın Boysan, İstanbul doğumlu olmasına karşın aslen Rizelidir. Öğretmen Nevreste Hanım ile muhasebeci Esat Boysan’ın oğludur.

1939 yılında Pertevniyal Lisesi'ni, 1945’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ni (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Mimarlık Bölümü’nü) bitirdi. Mesleğini 1999’a kadar ara vermeden sürdürdü. Türkiye Mimarlar Odası’nın kurucuları arasında yer aldı; yönetim kurulu üyesi, ilk genel sekreteri ve İstanbul şube başkanı oldu. 1945 yılında başladığı mimarlık mesleğine 2000 yılına kadar fiilen devam eden Aydın Boysan, mimar olarak çalıştığı 55 yıl boyunca 1.5 milyon metrekare bina tasarlamıştır.

1957-1972 yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ders verdi. Ulusal ve uluslararası mimarlık yarışmalarında ödüller kazandı. Kendi kitaplarını basmak için Bas Yayınları’nı kurdu. Aralıksız olarak on yıl Hürriyet ve üç yıl Akşam gazetelerinde köşe yazıları yazdı.

Aydın Boysan ünlü rakı yudumlama ritüelinde bütün tiryakilere örnek olacak bir metodoloji sergiler. Ona göre rakının hazzını artırmak için adım adım şöyle bir yol izlenmelidir:
"Bardağa ya da adı kadeh ise, ona, önce rakı dökülmez, önce soğuk su sonra soğuk rakı dökülür. İyi karışma böyle sağlanır. Böylece içmeye ciddi olarak hazırlanmış kadeh, önce ağza götürülmez, burna götürülerek koklanır. Derin nefes çekilir.

Daha sonra demci, arkasına yaslanarak bardağı ağzına yavaşça yaklaştırır ve önce mutlaka yarım yudum alıp hemen yutmaz... Ağzında yavaşça dolaştırıp, dişleri arasından ciğerlerine hava çeker. Amaç, mideden önce akciğerlerin de şölenden nasibini almasını sağlamaktır.

Alınacak ikinci yarım yudumdan sonra arkaya yaslanarak kafa hafiften yukarı kaldırılır, bütün yudum çok yavaş ve kibarca yutulur. Yutar yutmaz da oturulan yerde, helezoni olarak yavaşça sallanılır. Bu hareketin ciddi amacı, rakının mide borusundan helezoni olarak inmesini sağlamak, yani yolunu uzatmaktır. Bu hareket, fizik kanunlarının bir gereğidir.

Çünkü Bektaşilere göre, rakının bedene en çok zevk verişi, gırtlaktan mideye inişi sırasındadır. Bu yol helezoni olarak uzamalıdır ki, demcinin zevki artsın.
Herkes bilir: Develerin boynu çok uzundur. Bu nedenle yolda yürüyen Bektaşi, bir deve görünce kıskanmış ve Vay anam! Ne güzel içer bu yahu! demiştir."

Aydın Boysan Şerefe Yumruk Mezesi 
Eski İstanbul sokaklarında gezinen ayaklı meyhanelerden bir küçük kadeh rakı alan işret erbabı, ayaküstü bir-iki yudumda işini görür, sonra elinin tersiyle ağzını silerdi. Bu hareket argoya yumruk mezesi adıyla yerleşti.

Afif Yesari

Yesari, Afif (1922-1989) Erken Cumhuriyet döneminin ünlü romancısı Mahmut Yesari'nin oğludur. Babasının desteğinden yoksun olarak hayata atılmış, ilkokuldan sonra okuyamamış, kendi kendisini yetiştirmiştir. Hikâye kitapları ve düşünce tiyatrosu adını verdiği özgün bir tiyatro uygulaması üzerine oyunları vardır. Ancak maişet motorunu çalıştırabilmek için "Muzaffer Ulukaya" takma adıyla 180 kadar sahte Mike Hammer romanı kaleme almış ve 1955-1960 arasında yayınlanan bu polisiye romanlar türün meraklılarının beğenisini kazanmıştır.

Hayat gailelerini unutmak amacıyla içenlerdendir. İçmeyi bir yaşam şartı olarak benimsemiştir. Mickey Spillane'in yarattığı ünlü detektif Mike Hammer gibi her fırsatta içmiştir. Yazdığı ilk sahte Mike Hammer romanlarında kahramanın içiciliği hep vurgulanmıştır. Yayımcısının zoruyla her hafta, üç gün içinde 96 sayfalık bir Mike Hammer romanının yazılması mecburiyeti ve bunun verdiği stresle baş ederken mide kanaması geçirmiş ve içkiyi bırakmak zorunda kalmıştır. Bu durumu hemen yazdığı kahramanına da aksettirmiş; yeni öykülerinde Mike Hammer de mide kanaması geçirip içemez hâle gelmiştir. Anılarında içemediği için kendisiyle alay eden dostlarına kızmaktan başka elinden bir şey gelmediğini; ama polisiye öykülerinde Mike Hammer'e içemediği için kendisiyle alay edenlerin ağzını burnunu kırdırttığını ve böylece alaycıları dövmüş kadar rahatladığını anlatır.

* Erol Üyepazarcı Korkmayınız Mister Sherlock Holmes, Cilt: 1